14 Mart Tıp Bayramı ve Toplumsal Cinnet Durumumuz - Toplum24
ARŞİV

14 Mart Tıp Bayramı ve Toplumsal Cinnet Durumumuz

Hiç farketmiyor, Urfa veya Burdur, Mersin veya Rize, İstanbul veya Diyarbakır…

Hiç farketmiyor, devlet veya özel hastahane, muayenehane veya herhangi bir kurumda görevli, bir sağlık çalışanı…

Hiç farketmiyor, bir trafik kazasında ambulansın birkaç dakika geç kalması veya hastaneye yetiştirilen hastaya, zamanında yeterince ilgi gösterilip gösterilmediği…. Zamanında serum verilip verilmediği… Akan kana yerinde müdahale edilip edilmediği… Sağlık görevlisi veya hekimin anında duruma el koyup koymadığı…

Şiddet, hekimlerin, daha doğrusu tüm sağlık çalışanlarının en büyük belası…

Nereden, ne zaman, nasıl geleceği de belirsiz. Ettiği yemine sadık kalmak için, onlar ne kadar çırpınsa bile, son yıllarda „hekimin adı yok“ Türkiye’de. Sağlık çalışanının hiçbir kıymeti yok. Öyle olmasa, önüne gelen saldırır mı yoksa?

Kaçmayın. Biraz zaman ayırıp bir göz atın. Artık yatak odalarına kadar girmiş önünüzdeki sosyal medya bu tür düşündürücü haberler ile dolu.

- Eyüp Devlet Hastanesi’nde Doktora Saldırı…
- İzmir’de Doktora Saldırı… Doktora Kızdı. Anında Silahına Sarıldı…

- Kontrola Getirilen Tutuklu Hastanede Dehşet Saçtı. Doktora Jiletli Saldırı..
- İsparta’da Korkunç Anlar… Şehir Magandası Kadın Doktora Otomobille Saldırdı…

- Gaziantep’te Doktora Silahlı Saldırı…
- Kayseri’de Doktorlara Bıçaklı Saldırı… Sıra Beklemek İstemeyen Bir Hasta Bıçağıyla Dehşet Saçtı.

- İzmir’de „Burada Sigara İçmeyin“ Diyen Doktorlara Meyve Bıçağıyla Saldırı…
- Gerede Devlet Hastahanesi Doktorları İşi Bıraktı. Bir Hasta Yakını: „Bu Doktorları Öldürmek Lazım“ Dedi.

- Yer Mersin… Doktora Saldırı…
- Van’da Bir Hasta Yakınından Doktora Saldırı… Hekim, Tekvando Yaparak Kendini Savundu.
- Şehit Edilen Doktor, Meslektaşlarının Omuzunda Toprağa Verildi…

Şimdi oturup sizler de, bu tür haber başlıklarını istediğiniz kadar uzatabilirsiniz. Hemen hepsi klişe, basmakalıp başlıklar gibi görünse bile, bu bir toplumsal gerçek Türkiye’de ne yazık ki…

Olup bitenler, artık doğalmış gibi, toplumsal kanıksama durumumuz, hatta belke hiç farkında olmaksızın, yer yer „saldırana hak verirmiş gibi söz ve vücut dilimiz“ ise, tam bir facia.

Bence bu davranış biçimi, meselenin en düşündürücü yanı. Bu durum, öyle inanıyorum ki, sosyologlar ve psikologların birlikte derinlemesine, analiz etmesi gereken toplumsal bir vaka artık.

Canımızı emanet ettiğimiz, bilgisi ve ellerine teslim olduğumuz hekimlere yönelik bu çağdışı ve insanlıktan uzak davranışlar, kendiliğinden gelen şeyler değil kuşkusuz.

Anlık bir gaflet, kendini kontrol edememe hali, hiç değil.

Demem o ki; "Ay pardon!" veya "Kusura bakma doktor hanım!" "Bir an kendimi kaybetmişim doktor bey!" gibi sözlerle geçiştirilebilecek, durumlar hiç değil.

Sakın ha! Düşünmekten çekinmeyelim. Söyleyelim.

Şiddet, bir sonuçtur. Sistematik biçimde körüklenen gerilim politikalarının bir sonucudur. Yansımasıdır. Reflekstir. O yüzden KRAL ÇIPLAK! diyorum.

Bu gelişmeler, Türkiye’nin neredeyse çeyrek asırdır içinde bulunduğu ve her geçen sene, dozunu artıran, kontrol dışına çıkan ve son 10 yıldır da sürekli körüklenen bir toplumsal cinnet kültürünün sonucudur bence.

Zaten bir dizi sosyal ve toplumsal sorunlar sürecinde bunalan insanların ruh haline, yer yer devletin ve toplumun egemen katmanlarından gelen, dayatılan gerilim dolu söylem ve davranış biçimleri de, adeta tuz biber oluyor.

Son dönem kuşakların davranış biçimlerini sosyal medyaya yansıttıkları farklı bir kimlik ve söylem biçimleri, bunun en somut ve belirleyici kanıtıdır.

Demem o ki, bugün „şiddet“ diye geçiştirdiğimiz garip bir ruh hali, toplumun tüm kılcal damarlarına kadar inmiş artık. „Eğitimsizlik“ deyip geçiştirmeyelim sakın. Bunun ille de doğrudan eğitimle ilgisi yok bence.

Bu, genleriyle oynanmış bir ruh halidir.

Evet, Türkiye, bunu pek konuşmuyor ama, sadece topraklarımızın, ürünlerimizin genleriyle oynanmakla kalmıyor, sistematik biçimde, ruh halimizin can alıcı dokusu da, eskisi gibi değil ne yazık ki…

Bunun tek sorumlusu, bu ülkede sürekli gerilim isteyen ve bunu sistematik biçimde, eldeki tüm imkanları (buna medya da dahil maalesef) kullanarak, gerilimi körükleyen bir güçtür.

Reklam filmlerinde, sinema yapımlarında, dizi filmlerde, şehir bulvarlarını süsleyen kimi panolarda kullanılan dile, işlenen konulara şöyle bir bakar mısınız?

Bakınca belki gerçeğe biraz daha yaklaşacaksınız.

Bu koşullarda doktorlara, sağlık çalışanlara yönelik şiddeti yapanların ruh haline tüm çıplaklığıyla yaklaşacaksınız. Gerçeğin yavaş yavaş farkına varacaksınız.

Şimdi „14 Mart Tıp Bayramı’mız Kutlu Olsun“ mu diyeceğiz?
Havai fişekler mi atacağız? Siyasilerin mesajlarıyla mutlu mu olacağız?

Bence değil. Çünkü bugün ortada kutlanacak, diye birşey yok da ondan.

Bence kutlama, toplumsal ruh halimizin yeniden rayına oturduğu, toplumsal hastalığımızın büyük ölçüde iyileştiği gün olmalıdır. Bu güne erişebilmek ve bu yolu başarabilmek ise, yine hekimlerimize düşüyor.

O yüzden Türkiye’nin acilen „kitlesel ve toplumsal bir muayeneden geçmesi gerekir“ diyorum.

Tepeden tırnağa… Devletin tepesinden, sokaktaki vatandaşına kadar…
Tüm kurum ve kuruluşlarıyla, bir ruh sağlığı taramasına o kadar çok ihtiyacımız var ki…

Buna kitleler halinde katılmalıyız.
„Bize ne oldu yahu? Neden bunları yaşıyoruz?“ sorusunu mutlaka kendimize sormalıyız.

Doktorlarımızı, sağlık çalışanlarımızı unutmadan, onlara destek olarak, ruhumuzu kuşatmış şiddet olgusundan arınabilmek için… Elbirliğiyle… Sağlıklı bir toplumsal ruhu yakalayabilmek için…

Yoksa, işimiz zor. Çünkü, doktorlar da Türkiye’yi terkediyor. İnanın bana… Bunu görün.

Almanya başta olmak üzere, Avrupa ülkelerine gelen veya gelmenin yol yöntemlerini araştıran Türk hekim sayısı artıyor.

Bunu bizzat bire bir yaşıyorum. Somut örnekleriyle…

Almanya’ya kapağı atan değerlerimiz, öyle sıradan bir sağlık elemanı da değil.

Türkiye’nin büyük yatırım yapıp bugünlere getirdiği, hekimlerimiz, cerrahlarımız, profesörlerimiz…

Hepsi milli değerlerimiz.

Türk toplumunun, bu değerleri, ulusal kaynaklarını kaybetme gibi bir lüksü yoktur.

Uyan Türk toplumu…
Bir gün toplumsal bir cinnette, kendini tamamen yitirmek istemiyorsan…

Ne olur! Daha fazla geç olmadan...

(Mehmet CANBOLAT Yorumladı)
Toplum Gazetesi/ALMANYA (YazıYorum: 14 Mart 2018)

Paylaş

0 Yorum

Yorum Yaz

Yorum yapmak için giriş yapınız.