Almanya.. Kadın… Erotizm... Mülteciler… Avrupa Birliği... - Toplum24
ARŞİV

Almanya.. Kadın… Erotizm... Mülteciler… Avrupa Birliği...

Toplum Gazetesi/ALMANYA: (Yorum: 7 ŞUBAT 2016)

Alman Hukukçu Victor Pfaff Toplum İçin Yorumluyor:

ALMANYA… KADIN… EROTİZM...MÜLTECİLER... AVRUPA BİRLİĞİ...

Köln’de yılbaşı gecesi yaşandığı gibi bir gerekçeyle Alman toplumunda koparılan yaygara ve mültecileri hedef alan gürültülerın bence tek amacı var; o da, yabancı düşmanlığını ve ırkçı zihniyetlerini kamuoyunda kusmak. Bunu ne yazık ki, sosyal demokratlar cephesinden de ortak olan var.

Örneğin federal bakanlardan Heiko Maas, Köln’de “...yılbaşı gecesi mültecilerin Alman kadınlara cinsel tacizde bulundukları...” yolunda yayılan iddiaları, ‘organize suçta yeni bir biçim” şeklinde tanımladı. Başbakan Yardımcısı ve SPD Genel Başkanı Sigmar Gabriel ise, meseleyi, “suçlu yabancılara karşı sıfır hoşgörü” diye yorumlayıverdi.

Bir anda “yasalarda boşluk var” diyerek, sanki mevcut yasalar yetmiyormuş gibi, bir kanun çıkarma hazırlığına sözel anlamda öncülük ettiler. Oysa ülkemizde yeterince kanun var. Mesela, cinsel taciz sözkonusu ise, buna karşı açık yasa maddeleri var.

Hırsızlık sözkonusu ise, kanun hazır. Mesela, şiddet kullanarak bir başka insanı soyan, zarar veren kişiyi, mevcut yaygın kanuna göre, en az 5 yıl hapis cezası bekler. Bu suçun üzerine bir de cinsel taciz eylemi gelirse, cezayi kuralın sınırı daha da büyür.

Bu nedenle, yeni bir kanuna falan hiç gerek yok. Son eleştiriler sonrasında, Federal Başbakan Merkel de biraz geri adım atarak, suç işleyen yabancıların sınırdışı edilmesini düzenleyen yasanın gözden geçirileceğini söyleyiverdi. Kanım ve bilgimce, Almanya’ya yasalarda bir boşluk yoktur. Boşluk, bugün politikacı diye meydanlarda olan şahsiyetlerin bilgisinde vardır.

Politikacıların medyayı kullanarak, Köln olayı yüzünden söz yarışına girdiği günlerde, Ulrich Weber, son onlarca yıldır gündeme zaman zaman gelen cinsel taciz ve şiddet meselesinin, kökeninin biraz Regensburg’daki “Katedral Bülbülleri”ne dayandığını söylüyor. Mesela, Regensburg’taki dini kanaat önderi ve yöneticilerinin görev bölgesinde olan yatılı okullarda, öğrencilere yönelik yapılan cinsel tacizin arkasında “yabancı mülteci sapıklar” mı yatıyor yoksa, o okullarda görev yapan safkan ve Nazi geçmişi de olan Alman eğitimciler mi var?

Kapalı kapılar arkasından, kamuoyuna hiçbir şey duyulmayan bu gibi mekanlar, cinsel tacizlerin yaşanabileceği potansiyel mekanlardır. Odenwaldschule diye ünlenen aslında bataklık olan böylesi bir yatılı okul mekanında olup bitenler, çocuklara yönelik cinsel tacizler, henüz unutulmuş değil. Benzeri biçimde Yukarı Bavyera’da bir manastır ve yatılı bir eğitim bölümünde olup bitenlere ne demeli?


Sahi, Köln olayından sonra bağırıp çağıran, nutuk atan politikacılar o zaman neredeydiler? Kiliselerin güdümündeki mekanlarda yaşanan, kamuoyuna yansıyan olaylar karşısında neden sessiz duruyorlar? Neden, “...Yasalarda boşluk vaaaarr... Cezası artırılmalıdıııır” diye bağırmıyorlar? Evlerde yaşanan cinsel taciz ve kadına yönelik şiddete ne demeli?

İstatistiklere göre, Almanya’da yılda ortalama 8 bin civarında kişi, ırza tecavüz ve cinsel taciz yüzünden şikayetler kayda düşüyor. Ama bu korkunç tablonun sebebi, ne yabancılardır, ne de mültecilerle ilgilidir.

Böylesi eğlence ortamlarında ve alkolün egemen olduğu durumlarda cinsel taciz olayı, şiddet sıkça yaşanan birşeydir. Mesele Münih’te yapılan ünlü “Oktoberfest” kitlesel bira bayramında, her yıl 20 civarında tecavüz konulu şikayet olduğunu biliyoruz. Belki benzeri nahoş olayı yaşayan ancak şikayeti yapılmayan ne kadar tecavüz vakaları yaşanıyordur.

Bu sayılar ayyuka çıksa, medya yine aynı tavrı sergileyecek mi? Mesela Oktoberfest etkinliğinde yaşanan istenmedik tecavüz olayları, Bavyera eyaletini yöneten CSU partisi ile, Münih’i yöneten belediye başkanını hiç ilgilendirmiyor mu? Vaziyete bakılacak olursa, bu yaşananlar kimsenin umurunda değil. Yani bir Allahın kulu ortaya çıkıp: “Oktoberfest şenliğine gelen kriminel ziyaretçilere sıfır hoşgörü” diye yaygara koparmıyor.

Bence bu ülkenin ne bir yabancılar veya mülteci problemi var, ne de bir Kuzey Afrikalı sorunu. Sorun varsa, bunun odağında, kültürel eksikliği olan, cinsel dürtüleri kontrol dışında olan erkek vardır. Onlar, bir kadının kendine özgü erotik görüntüsüyle kamuoyunda özgürce olabilmesi, yönündeki hakkını görmezden geliyor. Yani kadının dış görünüşüyle, herkesin emrine isteğine hazır olamayacağını kavrayamıyor.

Anımsanacak olursa, Dr. Karakaşoğlu, bir türban tartışması için, Federal Anayasa Mahkemesi için bir bilirkişi raporu hazırlamıştı. Bu bayan, raporunda, örneğin başörtüsünü, kadın açısından “Ben cinsel yaklaşımlara açık değilim” mesajı içerdiğine vurgu yapmıştı. Bir insan, kdın olarak, toplumda, cinsellik objesi görülmemesi için, cinsel sözel saldırılara maruz kalmaması için, neden böyle bir türban olgusuna ihtiyaç duysun ki!

Bir kadının güzel görünümlü, erotik bir canlı olarak toplumda kendini göstermeye başlamasının, Avrupa’daki geçmişi de çok eskidir. Mesela zamanımızdan yüzyıllar önce yaşamış Yunan şair Archilochos ve ondan sonra gelen şair Sappho’nun Afrodit’i anlatan çok önemli yapıtları vardır.

Bir kadın tüm vücut hatlarıyla, madeni paralar üzerinde de resmedilmiştir. Properz, Catull ve Ovid gibi, zamanın ağır ağdalı dili olan Romalı şairler, İmparator Agustus zamanında yaşamıştı. Bu şahsiyetler, şiirlerinde cinsel tecavüzü güzel bir oyun olarak anlatıyordu. Şair Ovid, suistimal edilen kadının gözünden durumu gözler önüne seren poetik çalışmalarından birinde, kadınların da erkekler gibi eşit haklara sahip olması gerektiğini dillendirmiştir.

Hatta bir çalışmasında yer alan tecavüz sahnesini engellemek için, oyun gereği iki kez eşeğin anırmasını anlatmıştır. Burada aslında eşek, gerçek anlamda Ovid’in kendisidir.

Daha sonraki dönemlerde yani ortaçağa denk gelen zaman dilimindeki şairler ise, kadınları tasvir ederken yine ağdalı bir yönteme başvurmuştur. Mesela, oyun gereği bir şarkıcı kadını göklere çıkartan bir eseri söylüyor ve uzun uğraşı sonucu, kadın kendisine kapıyı açıyor.

Hıristiyanlık dönemi ise, bu gidişatı önemli ölçüde frenlemiştir. İslam kültüründe de, erotizm yer yer övgü almıştır. Ki buna öncülük eden isimlerden biri de, Hafız Celaleddin Rumi’dir.
Ortaçağ sonrasındaki dönemin İtalyası’nda, yani Rönesans döneminde birçok önde gelen kadın, üretilen sanat eserlerinde, erotik ve inanılmaz derece güzel olgular olarak yansıtılmıştır. Ünlü ressam Titzian, dalgalanan uzun saçları ile parlayan bir kadın resmini yapması, önemli bir örnektir. Yani, erotizm ile mükemmeliyetcilik birarada işlenmiştir.

İnsandaki erotik değerlerin, dış yaşamda sunulması, Avrupa kültüründe önemli bir parçadır. Öte yandan, kadınlara bakıp, saygı duymak ama bedensel anlamda dokunmamak da, bu kültürün önemli bir unsurudur.

Geleneksel veya hukuksal kaideler, yaşamın her alanında yara alıyor. Bu, Alfred Amca’nın oturma odasından tutun da, açık hava şölenlerinde kısa deri pantolon giyip dolaşan bira sarhoşu gençler ve elbette Alman olmayan insanlar cephesinde de yaşanabiliyor. Bu tür suçlar karşısında polis vardır, adalet mekanizması vardır. Onların görevi suçu önlemek, suçluyu bulup yakalamak ve yargıya teslim etmek, cezalandırılmasını sağlamaktır.

Ancak bunlardan da önemlisi, aile ortamında, okulda eğitimdir. Medya kanalıyla bu eğitimin toplumun tüm katmanlarına şırınga etmek ve erkeğin cinsellik güdüsünü bastırmasını eğitimle sağlayabilmektir.

Toplum Gazetesi/ALMANYA: (Yorum: 7 ŞUBAT 2016)

Paylaş

0 Yorum

Yorum Yaz

Yorum yapmak için giriş yapınız.