"OSMANLI DÖNEMİNDE TARSUS'U YÖNETEN KIRGIZ BOYU KİM?" - Toplum24
TÜRKİYE HABERLERİ

"OSMANLI DÖNEMİNDE TARSUS'U YÖNETEN KIRGIZ BOYU KİM?"

Toplum24 / ALMANYA (YazıYorum: 13 Ağustos 2023)

Mehmet CANBOLAT Yorumluyor:

OSMANLI DÖNEMİNDE TARSUS’U HANGİ KIRGIZ BOYU YÖNETTİ?

Bir Pazar günü, sessizce çalışırken, telefonum çaldı.

Karşımda, uzun süredir görüşemediğim, söyleşmekten keyif aldığım bir şahsiyet vardı.

Türkiye’de 57. Hükümet döneminde T.C. Kültür Bakanlığı Müsteşarı olarak uzun yıllar görev yapmış Prof. Dr. Tekin Aybaş’tı arayan.

Kısa sürede telefonla konuşamadığımız son üç yılın bilançosunu çıkardık.

Söz, onunla üç yıl önce yaptığım ve ilginç bulgulara rastladığım bir uzun sohbete geldi. Aralık 2020’de paylaşmıştım. O makalemi kendi arşivinde bulamadığını belirtince, hemen arşivimi açıp bulup kendisine anında teslim ettim.

Bu arada yazıya biraz hatırlamak için bakınca, ortak doğum yerimiz olan Tarsus ile Kırgızistan arasında önemli bir yaşam köprüsü olduğunu yeniden hatırladım.

Belki sizlerin de merak edebileceği düşüncesiyle, 3 yıl önceki bir sohbet olmasına rağmen özüne dokunmadan bir pazar sohbeti olarak burada paylaşmaya karar verdim.

İlk yayında iki bölüm halinde değerlendirdiğimiz bu sohbetin öyküsünü, bu kez tek seferde, bütünlüğünü koruması bağlamında yayınlamamızın daha doğru olacağını gördüm.

Elimdeki arşiv beni yanıltmıyorsa, Kırgızlar deyince çoğunluğu Kırgızistan'da yaşayan Türk boyu geliyor öncelikle aklımıza. Tarihi kaynaklara göre, Türkler’in bilinen en eski yazılı belgeleri olarak tanınan Yenisey ve Orhon Yazıtları'nda Kırgızlar, tarihleri çok eskiye dayanan Türk kavimleri arasında gösteriliyor.

3 yıl öncesine kadar hiç bilmediğim tozlu bir tarihi sayfanın, doğum büyüdüğüm Tarsus’la ilintisini öğrenince, üzerime vazife edinip, araştırdım, söyleştim ve aşağıdaki bilgi yolculuğum ortaya çıktı. Dilerim ilginizi çeker ve sizler de kendi erişim ağınızdaki dostlarınızla paylaşırsınız.

Mehmet CANBOLAT Yazıyor: (ARALIK 2020)

TARSUS’TAKİ KIRGIZLAR BOYUNA TARİHSEL YOLCULUK... (1)

Boşuna dememişler; „…İnsanlık tarihinin yeryüzündeki en önemli beşiğidir“ diye O şehir için.

Ne uygarlıklar, ne kültürler gelip geçmiş, tarihin bilinen kaç bin yıllık şu derin ve üzeri yer yer örtülü zaman tünelinden.

Ne savaşlara, ne yengilere ve nice acı yitime de sahne olmuş, o kadim topraklar.

Adı Tarsus. Hızlı ve sağlıksız büyümüş Mersin ve Adana arasında sıkışıp kalmış ve kendi makus talihini aşamamış, tarihi bir şehir.

Hatta bir zamanlar Adana ve Mersin’in de kendisine kısmen bağlı olduğu, eski ama geçmişi sırf tarih dolu bir şehir.

Beni de doğuran, yoğuran, bir biçim veren, gizemli bir coğrafyadır buralar.

Çocukluğumdan hatırladığım ama pek anlam veremediğim, fakat bugün Avrupa’nın büyük bir değer olarak gördüğüm ve birebir yaşadığım „çok kültürlü toplum“ yani Batı dilindeki vurgusuyla „multikulti“ olma gerçeği, aslında Tarsus’un, bilinen tarihinden bu yana, olmazsa olmaz bir gerçeği. Yani Tarsus’un ana mayasıdır, ‚çok kültürlülük‘ olgusu.

Bırakalım, binlerce yıl öncesinde bu topraklarda hüküm süren farklı uygarlıkları, değişik kültürleri, bugüne baktığınızda bile, sanki dünyanın küçültülmüş bir dokusu, bir somut bileşkesi.

Çocukluğumdan hatırlıyorum kimi şeyleri.

Türkmenler’i biliyorum mesela. Yanılmıyorsam, 250 yıl öncesinde, Osmanlı döneminde bereketli topraklara gelen Suriyeli ve Lübnanlı göçmen tarım işçilerinin, bugünkü genç kuşaklarını iyi biliyorum.

Karadeniz kökenlilerin de bu şehirde önemli bir güç oluşturduğunu da bizzat yaşayarak görmüş biriyim. Ve 60’lı yıllardan itibaren bu topraklarda Doğu veya Güneydoğu’dan gelip, mevsimlik işçiyken, yerleşik düzene geçen ve bugünün „Tarsuslu“su olanları görüyorum.

Değişik vesilelerle Tarsus’a görevli gelip de, bu memlekete hemen ısınan ve hiç düşünmeden hemen yurt edinenlerin sayısı ise, hiç de az değil.

Görevi veya koşullar gereği bir başka yörede, bir başka ülkede yaşayan ancak aklı, yüreği, gözü hep Tarsus’ta olanlar kim desem? hemen havaya kalkan ve „ben“ diyen sayısız insan görüyorum.

Ve emekli döneminde kapağı yeniden kendini doğuran topraklara atanların sayısı da çok.

Bütün bunları özetlerken, herkesin şu anda, ya işyerinde ya mahallesinde veya başka sosyal ortamlarda tanıştığı, karşılaştığı insanları hatırladığını da hissediyorum bir an için.

„Evet“ dediğinizi duyar gibi oluyorum:

- Onlar Kırşehirli idi.

- O da Samsunlu’yu galiba…

- Filanca Hanım İzmir’den Tarsus’a gelin gelmemiş miydi?

- Falancanın rahmetli babasının da öğretmen olarak ilk tayini Tarsus’a çıkmış ve bir daha da buradan ayrılmamış.

- Onlar da Niğdeli değil miydi?…“

 

Afganistan’dan, Girit’ten, Bulgaristan’dan ve hatta Afrika’nın kimbilir hangi siyasi bölgesinden, Tarsus’a yolu düşüp, buralarda kalanları da tanımıştım bir zamanlar…

Bugün onların çocukları da kendisini „Tarsuslu“ diye tanımlıyor artık.

Almanya’da Cumhurbaşkanlığı yapmış Sayın Christian Wullf’u iki kez Tarsus’a davet etmiştim. Ve geldi.

İkinci gelişinde, „Ben de artık bir Tarsuslu’yum“ sözünü, Tarsus Beydeğirmeni mevkiindeki eski Boya Fabrikası’nın geniş yerleşkesindeki Belediye Meclis Salonu’nda söylediği günü, asla unutamıyorum.

Ayrıca Almanya’da, ne zaman değişik vesilelerle karşılaşsak, Türkçe uyarlamasıyla „Bizim Tarsus’tan, Memleketten Ne Haber?“ derken, yüzünün nasıl dostça gülümsediğini, yaşadıklarını hep mutlulukla hatırladığını yinelemesini ve buna benzer sebepler ile, bu toprakların ne güçlü bir efsuna sahip olduğunu unutmak, nasıl mümkün ki?

Ama mutlaka, unuttuklarım da vardır.

Tarihin derinliğinden günümüze  uzanan zaman yolculuğunda kimbilir, kimler renk kattı bu tarihi kente.

Bir sorum olacak şimdi:

Yani iç göç kadar, dış göçlerin de hedefi olan Tarsus’ta, yaklaşık 270 yıldır „KIRGIZ“ kökenden önemli bir boyun yaşadığını söylesem, ne dersiniz?

İnanması güç ama, bu da bir Tarsus klasiği.

Bir tarihi gerçek.

Ben de bilmiyordum ve duyunca, biraz da gazetecilik dürtüsüyle kurcaladım ve „Bunu da mutlaka yazmalısın“ dedim kendi kendime.

En azından içindeki bazı boşluklara rağmen bir yerden yazmak gerektiğine inandım. Anlatacağım elbette. Hem de tüm ayrıntıları ile. 

Aybasov’du onlar. Ya da Aybasev…

Kırgızistan’ın Tacikistan’a yakın bir kesiminde yer alan „Batken“ isimli dağlık çorak bir arazinin, doğayla savaşçıları… Tarım ve hayvancılık geçen bir yaşam mücadelesi…

Peki neden Tarsus’a gelmişler?

Ne zaman olmuş bu büyük göç?

Neler yaşanmış?

Tarsus neden tercih edilmiş?

Hangi mahalleyi getto olarak kurmuşlar?

Onlar, Tarsus’ta neden „Nakipoğulları“ diye bilinmiş bir dönemler?

„Tarsusi Efendi“ kimdir?

Mezarı nerededir? Kentte o zamanlar önemli hizmeti olan bu „Kırgız kökenli Tarsusi Efendi“nin naaşı, neden Çamlıyayla/Cehennem Deresi’ne yakın bir köprü noktasında, karşı yamaçtan gelen bir Papaz’a teslim edilmiştir?

Tarsusi Efendi’nin mezarı nerededir?

Kırgız kökenli Tarsuslular, Osmanlı döneminde, Tarsus ve yakın köyleri neden yönetmişlerdir?

Ve Cumhuriyet’le birlikte, Aybaş… soyismini alan ve önemli şahsiyetler yetiştiren bu Kırgızlı „Babr Sülalesi’nin bilinmeyenleri nedir?

Ve daha bir dizi ilginç soru…

Ama şunu da söylemeden geçemeyeceğim:

İnsanın aklı almıyor doğrusu…

Kimler gelip, kimler geçmiş buralardan…

Kimler iz bırakmış ve daha kimler bu kadim toprakların evladı olarak iz bırakacak.

Kim nereden gelirse gelsin, kim hangi kökenden olursa olsun, Tarsus, hepsini, koca yürekli bir toprak ana gibi kucaklayacak kadar, derin bir olgunluğa sahip.

Hep söyledim bugüne değin.

Bundan sonra da söylemeye, kalemim yettiğince devam edeceğim:

„Gün gelecek, içinde bulunduğumuz şu sonsuz evren, „Tarsus“ diye anılacak.

Ve bu evrendeki tüm canlılar, bu dünya, tüm insanlık, gün gelecek ve hepsi Tarsuslu olacak…“

Bunu bir köşeye yazın isterseniz.

Öylesine büyüktür çünkü Tarsus.

Öylesine yüreği geniş.

Öylesine açık ve hoşgörülü…

Endergörülen bir Anadolu mozaiği…

… /

TARSUS’TAKİ KIRGIZLAR (2. Bölüm)…

Çok değil, kısa bir zaman önce, gazetemize ait farklı sosyal zeminlerde yer alan ve tarihi bir gerçeğe perde aralayan „Tarsuslu Kırgızlar“ adlı yazımıza gelen ilgiye karşılık ne diyeceğimi bilemiyorum doğru.

Sadece Tarsus eksenli Çukurovalı Kırgız kökenli aileler değil, Türkiye’nin farklı bölgelerinden hatta Almanya’dan, Avusturya’dan kişiler de „burdayız“ diye mesaj yollamış.

Bu arada, bu konuyu araştırmamdan yola çıkıp, benim de yedi kuşak öncesinde „Kırgız“ kökenli olup olmadığını merak eden okurlarımız da varmış.

Hemen belirtelim, ben O soydan değilim.

Ama iyi bildiğim ve benim de doğum yerim olan, 22 yıl beni besleyip büyüten, onca analık yapan Tarsus toprağına ilişkin her yeni bilgi, ilgimi çekiyor ve bunu da, gazetecilik dürtüsüyle paylaşıyorum.

Hele bir de bu bilgiler için kaynağım da Kırgız kökenden, Tarsus’u çok seven bir bilim adamı ise. He o kişi kütüphanecilik, iletişim ve araştırma dalında Türkiye’nin sayılı isimlerinden biri ise…

Yani T.C. Kültür Bakanlığı eski Müsteşarı, Prof. Dr. Sayın Osman Tekin Aybaş.

Çok masum bir sohbetti.

Tarsus ekseninde henüz kurulma aşamasında olan ve benim de yurtdışından benimsediğim ve destek verdiğim „Kültür Girişimi“ adıyla başlatılan ciddi bir vakıflaşma var.

Yetkin ve etkin isimlerin bu vakıfta sosyal sorumluluk üstlenmesi gerekiyor.

Geçmişe dair ne varsa, geleceğe onları en sağlıklı biçimde emanet etmenin çabası bütün bunlar.

Sayın Prof. Dr. Osman Tekin Aybaş ile, bu konuda uzun bir telefon konuşmamız oldu.

Önemsediğim ve yeni bir „kimlik arayışı“ olarak nitelediğim „Vakıflaşma“ sürecine kendisinin de katılmasını ve yaşam ve bilgi birikimlerini mutlaka paylaşması gerektiği yönünde bir ikna sohbetiydi bu.

Söz nasıl olduysa, birdenbire rayından çıktı ve Sayın Aybaş’ın farkında olmayarak, satır arasında kullandığı bir söz, işte bu tarihi yolculuğa çıkmama vesile oldu.

„KIRGIZ KÖKENDENMİŞİZ…“
Bir Tarsuslu’nun „Kırgız kökendenmişiz“ sözünü önce biraz yadırgadım ama, merak bu yana,
Tarsuslu bürokrat Prof. Dr. Tekin Aybaş’ı can kuşağıyla dinlemeye çalıştım.
Çok kültürlülüğü çocukluğumdan bugüne kadar Tarsus ve sonrasında yaşayageldiğim için, vakfı unutup, topraklarımızın bir damarından Kırgız suyunu keşfettiğimi hissettim.
Müsteşarımız bile bir süre öncesine kadar, kendi kökeninin hiç ayırdında olmamış.

Herşey, Antalya Belek’te  yapılan TÜRKSOY toplantısında başlıyor. Etkinlikte hazır bulunan Kırgızistan Büyükelçisi’nin, hemşerimizin yakasında olan „Tekin Aybaş“ yazılı katılım rozetine uzun uzun bakıyor.

Diplomat:
„Aaaa… Ne güzel. Siz de Kırgız’sınız“
diyor.
Tekin Aybaş’da bir anlık şaşkınlık ve bu tesbitin gerekçesini soruyor:

Sohbette, Kırgız kültüründe „Aybaş“ sözcüğünün ağırlığını ve kadınlarda „Aybasev“, erkeklerde ise, „Aybasov“ isminin kapsamlı bir soyu tarif ettiği ortaya çıkıyor.

Tekin Aybaş’ı bir merak alıyor.
Bir süre sonra Kırgızistan’a resmi bir ziyaret amacıyla gittiğinde, meseleyi araştırıyor. Vakit yaratıp Kırgızistan’ın Milli Kütüphanesi’nde Tarsuslu Aybaş kavminin izini sürüyor. İlginç sonuçlara ulaşıyor ve şunları dillendiriyor:

„Merakım giderek artınca, durumu bundan yaklaşık 55 yıl kadar önce, bir dede torun sohbetinde, Tarsus’ta Cumhuriyet öncesinde Nakipoğlu diye bilinen büyükbabama sordum. ‚Bu Aybaş meselesi nereden geliyor?“ diye.

Dedemin anlattığına göre, Atatürk’ün genç ‚Cumhuriyeti’nde „Soyadı Kanunu“ çıkarılınca, bizim de bir isim bulmamış gerekiyormuş. Aile büyüklerimiz -atalarımızın soyismini alalım- demiş ve kayıtlara bizlerin soyismi de böylece „Aybaş“ olarak düşmüş. Daha sonra Kırgız arşivlerine girdiğimde, bizim soyumuzun Kırgızistan’ın „Batken“ kentinde yerleşik köklü bir soy olduğunu tesbit ettim.

O bölgede 1600’lü yılların sonunda büyük bir kıtlık olmuş. Bununla birlikte Moğol saldırıları, Çin saldırıları derken, bölge insanının büyük ağırlığını oluşturan Aybaş boyu mensupları, can ve mal derdine düşmüş. Ve bir gün daha fazla dayamayarak, çadırlarını ve sürülerini alıp bitmeyen göç yollarına düşmüşler.

Tacikistan, Afganistan, Irak ve İran ve Suriye üzerinden geçerek, Anadolu’nun içlerine kadar inmişler. Ve oradan da ülkenin değişik yönlerine…“

MERAKIN GETİRDİĞİ BULGULAR…

Prof.Osman Tekin Aybaş, ilk kez Ekim 1997 de Kırgız topraklarına ayak bastıktan sonra, 2000 yılından bu yana, tam 20 yıldır Kırgızistan’a ilkbahar ve sonbaharda olmak üzere yılda iki kez düzenli olarak gidiyor ve bu ata yurduna özellikle kütüphane, dokümantasyon, enformasyon ve kütüphane otomasyonu konularında eğitim ve uygulama çalışmaları yaptırıyor.

Manas Üniversitesinin kuruluşunda da kurucu Rektör Prof.Dr. Arif Çağlar’ın çalışmalarına katkıda bulunmuş bir isimdir Prof.Dr. Osman Tekin Aybaş.

Bu süre içinde de arşivleri araştırmak için vakit bulmuştur Kırgızistan’da.
Aybaşlar’ın bir bölümünün ise, geçtikleri farklı ülkelerde yerleşik düzen kurmuş olmasına da işaret ediyor Prof. Dr. Tekin Aybaş.
Türkiye’de kendilerine yerleşik düzen bulanların bir kolu Çorumda, İzmir’de Samsun Bafra’da ve boyun bir diğer kolu ise, Tarsus’a yerleşmiş.

Bir başka kolun ise, Antakya bölgesindeki Belen Yaylası’nı yurt edindiği bir diğer gerçek.
Bütün bu dağınıklığın ana gerekçesi ise, Aybaş boyunun hayvancılıkla yoğun uğraşması ve tarım-toprağa çok bağlı insan olması.

Sosyal medyanın da gücüyle, son yıllarda Aybaş soyundan insanlar kendi içinde adeta bir iletişim ağı kurmuş ve „Facebook“ ortamında “AYBAŞLAR GRUBU” olarak bir araya gelmişlerdir. Günümüzde bu topluluk, artan boyutta, tarihi bilgilerini değiş tokuş yapabiliyorlar ve bayramlaşabiliyor.
„Aybaş“lar’ın çoğu birbirini hiç görmemiş olsa bile, yine ülkenin farklı bölgelerinde Aybaş soy ismini taşıyan veya bu soydan geldiği bilinenler arasında, güzel bir kökenden dostluk köprüsü kurulmuş.

PEKİ TARSUS’A YERLEŞEN KIRGIZLAR KİM?
Nerede yaşamışlar. Prof. Dr. Tekin Aybaş, Tarsus’ta „Altından Geçme“ diye bilinen Roma Hamamının kalıntılarına sırtı bulunan ve bugün Sofular Mahallesi olarak bilinen bölgede yerleşik düzene geçmişler.

Ve işte bu düzen bugünlere kadar devam ediyor.
Aybaş boyundan kimi aileler, hala aynı yörede yaşam sürüyor.
Kızgızistan kökenli Tarsuslular kim acaba?
Bu boydan bilinen öncül ve yakın geçmişten Tarsuslu isimlerden biri kadın hastalıkları uzmanı Dr. Cemil Aybaş, Kulak Burun Boğaz Hastalıkları uzmanı Dr. Ahmet Aybaş ve Prof. Dr. Tekin Aybaş.
Bir de Tarsus’tan ölünceye dek ayrılmayan simge isimlerden ve benimde şahsen tanıdığım ve özel anılarımın olduğu renkli kişilik, rahmetli „Nuri Aybaş“, nam-ı diğer „Nuri Baba.“

Tekin Aybaş’ın da amcası.
Bugün Tarsus’tan değişik sebeplerle ayrılıp başka kentlere giden akrabalardan sözeden Prof. Dr. Tekin Aybaş, önemli bir nüfusun Mersin veya Adana’da bulunduğuna işaret ediyor.
Amerikan koleji mezunu olan Tarsuslu bilim insanımızın şimdilerdeki en büyük özlemi, çok istemesine rağmen, atalarının geldiği Tacikistan sınırındaki „Batken“ şehrini bir türlü ziyaret edememiş olması.

 

BATKEN DE NERESİ ACABA?

Ulaşımı zor bir bölge imiş. Ancak Batken’den kalkıp Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’e iş için gittiğinde, Aybaş’lar ile de çok karşılaştığı olmuş. Şu sırada Bişkek’te Alato Üniversitesi Rektörü de Batken AYBAŞ’larından biri.

Doktor olan annesi, oğlunun Türkiye de yüksek lisans yapmasını arzu ettiği için onu Gazi Üniversitesine göndermiş. Tekin Aybaş,  Batken’de yaşayan ve kendilerine uzaktan akraba „Aybaş“ soyundan günümüz göçerlerini görmeyi de çok arzu ediyor.
Bugün Türkiye’de ve Tarsus’ta yaşayan yakınlarına da farklı gözle bakmaya başlamış ve onların çehresinde, aradan geçen 9 kuşağa rağmen, Kırgız soy izini, artık rahatlıkla görebildiğini ifade ediyor.

Aradan 270 yıl geçmiş olsa bile, çehre hiç değişmemiş. Kendi yeğenlerinden birini örnek verirken: ne zaman ona baksam, „çekik gözlü tipik bir Kırgız kızı görüyorum“ diyor.

Tarsus’u yurt edinen Kırgızlılar’ın sayısı kesin bilinmemekle birlikte, iklim ve tarım hayvancılığa elverişli doğası bağlamında, önemli bir nüfusun burada yerleşik düzene geçmiş olabileceği tahmin ediliyor.

Hatta Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivlerinin bu dış göçler konusunda önemli bir birikime sahip olduğu da söyleniyor.

Prof. Aybaş’ın verdiği bilgiye göre; dede kanadından bir de Tarsusi Vakfı mevcut ve bunun da kurucu kişisinin adının „Tarsusi Mehmet Efendi olduğuna dikkati çekiyor.

Yani bu isimle zamanında bir de vakıf kuran şahsın kendi atalarının dedesi olduğunu vurguluyor.
„Tarsusi Mehmet Efendi“, Prof. Dr. Tekin Aybaş’ın 9 kuşak öncesinden de büyük dedesi oluyor. Aynı kişinin, yani büyük dedesinin Tarsus’a gelmeden önce, Bağdat’ta da bir medrese yapan kişi olduğunu da tarihe not olarak düşüyor.

Tekin Aybaş’a kulak veriyoruz:

„…Tarsusi Mehmet Efendi’nin mezarı ölümünden sonra gelen kuşaklarca bir sır olarak saklanmıştı. Hiçbirimiz bilmezdik. O bir efsane, o bir ermiş kişiydi. Onun tabutunun Çamlıyayla’dan alınıp Cehennem Deresi’nden geçirilerek parmaklar üzerinde taşındığı Mersin yaylalarından birine götürülüp orada gömüldüğü aile büyüklerimiz tarafından söylenirdi. Son bir bilgi de „Tarsusi“ dedenin mezarının, Mersin’in Aslanköy yaylasında olduğu yönündeydi. Ömrüm elverirse, elbette bunu araştırıp bulmak da, bir AYBAŞ olarak boynumun borcu olsun…“

 

TARSUSİ MEHMET EFENDİ’NİN MEZARI NEREDE ACABA?

Evet, Tarsus enteresan bir yaşam merkezi. Efsaneleri, tarihi, gerçekleri ile bambaşka bir dünya. Farklı bir gezegen gibi. Sanki saatler orada, bilinenden farklı yönde gidiyor. Sanki bambaşka bir evren. Tarih, gerçeklerin ve efsanelerin içine en uyumlu biçimde yaşadığı, yaşatıldığı mağrur bir topraktır buralar.

Klikya’ya çağlar boyu başkentlik yapmış bir coğrafyada, nicedir farklı kültürlerin ve inançların barış içinde birlikteliği başarabildiğine bir kanıt olarak gösteriliyor.

Yani „Tarsusi Efendi’nin cenazesinin, vasiyeti üzerine, Cehennem Deresi iye bilinen gizemli bir bölgede, aile yakınları tarafından, karşı yaratan gelen ve başlarında bir rahibin olduğu bir gruba, sorgusuz teslim edilecek kadar, giz dolu bir tarih. Yani öldükten sonra, cenazelerini birbirine teslim edecek ve güvenebilecek kadar o kadar samimi ve içten bir tablo.

AYBAŞ’ların mevcut soyağacına göre, Tarsusi Mehmet Efendi’nin babası Ahmet görünüyor. Hicri 1111 (miladi 1700) de kurulan „Tarsusi Mehmet Efendi Vakfı“nın kurucusu olan Mehmet Efendinin Şahire, Mehmet ve Ahmet adlarında üç çocuğu olmuş. Ahmet’in soyu devam etmiş ve onun da iki oğlu varmış. Birinin adı Ahmet Hilmi, diğeri ise Mehmet Emin.

Ahmet Hilmi’nin  Hacı Hatun, Atun, Zala Hatun, Muhittin, Halide ve Sıtkı adlı çocukları olmuş. Mehmet Emin kanadından ise, Mustafa, Hilmi ve Hasan Fehmi adlı üç oğul ve Dürdane adlı bir de kız olmuş.
„…Tarsus’un aşırı yaz sıcaklarında kurtuluş bölgesi olarak bilinen Toroslar’ın Namrun/Çamlıyayla yüksek yaylasında yaşayan karsambaç ustası şerbetçi Bekir’in karısının babasının da aynı soydan geldiğini bilmek gerekiyor…“

diye de, üzerine basa basa önemle hatırlatıyor Pro.f Dr. Tekin Aybaş.

Birşeylerin hiç eksik kalmaması, unutulmaması titizliğiyle… „Şunu da söylemem gerekiyor mutlaka…“ diye yine ekliyor:

„…Günümüzde Tarsus, Mersin ve Adana’ya yerleşmiş olan AYBAŞ soyunun tamamı, Sıtkı Aybaş ve benim de dedem olan Hasan Fehmi Aybaş’ın torunları ve onların çocuklarıdır. Dikkatimizi çeken „Aybaş“larda Ahmet ve Mehmet isminin bolca kullanıldığı ve bazı devirlerde isimlerin, babadan oğula geçme geleceğidir. Kız çocukları, soy ağacında yer almasına karşın, onların çocukları nedense görülmemektedir. Çocuğu olmamış erkekler de, soy ağacında kayıt altına alınmıştır. Soyağacında gördüğüm kadarı ile, günümüz erkek „Aybaş“lar, göbek silsilesinde, 1700 yılına kadar inmektedir…“
Türkiye’yi yurt edinen  Kırgızlılar’dan bir kesimi ise, bilinmeyen bir nedenle İsveç’e yerleşmiş. Tekin Aybaş: „İsveç’te de bizim boydan önemli bir nüfus yaşıyor“ diyor.
Şimdi gelin isterseniz, Tarsus’a ve Kırgız kökenli hemşerilere biraz daha mercek tutalım:

Prof. Tekin Aybaş’ın dedesinin ismi, önce de belirttiğimiz gibi, Hasan Fehmi ve onun kardeşi ise, Hilmi Efendi. Her ikisi de İstiklal Savaşı’na hemen her cephede görev almış iki kahraman.

ADINA KURBAN KESİLEN AYBAŞ ERİ…
Prof. Dr. Aybaş’ı dinliyoruz:

„…Babam Mehmet Emin’in amcası Hilmi Hoca lakaplı dedemiz, nedendir bilmiyorum hatırladığım kadarıyla, sırtüstü yatar, dizlerini büker ve gözlerini tavana diker hiç konuşmazdı. Arada saz çalardı. Yaz kış Çamlıyayla’da yaşardı. Bir ara anlatmıştı. Harpte yaralanan Hilmi Hoca dedem, İstiklal Savaşı’nda ölen askerlerin arasında sayılmış ve ölenlerle birlikte toplu bir mezara konmuş. Ancak dedem, bir süre sonra kendine geldiğinde, belden aşağısında hiçbir his olmadığını farketmiş. Çünkü  toplu mezarda üzerinin ceset dolu olduğunu görmüş. Kolundan ve göğsünden aldığı yaralara rağmen, cesetler arasından kendi çabasıyla kurtulmuş, hayata yeniden dönmeyi başarmış. O haline rağmen, sürünerek de olsa, sağlık çadırına ulaşmayı başarmış.

Hilmi Hoca, tedavisinden sonra, artık savaşamayacağı gerekçesiyle, gazi olarak Tarsus’a gönderilmiş. Ama O, yine durmamış ve bu kez Yemen cephesinde görev almış…“
„Tarsusi“ soyundan gelen ve Tarsus’ta yaşayan Aybaş ailesinin farklı kolları arasında yoğun bir ilişki varmış.

Örneğin bayramlarda, topluca namaza gidilirmiş. Tekin Aybaş yine çok önemsediği çocukluk yıllarına gidiyor ve „Namazdan sonra, camiinin yanında bir hayvan pazarı vardı. Kurbanlıklar alınıp eve getirilirdi. Bölgedeki fakirler ile paylaşılırdı. Biz kalabalık bir soy olunca, böylesi bayram günleri de inanılmaz güzel olurdu. 

Bu arada, Belenli Osman Efendi, babaannemin dayısı imiş. Benim ikinci ismin olan Osman da, Belen kökeninden geliyor. diyor.

Tekin Aybaş, bu arada Tarsus eksenli önemli bir ayrıntıya iniyor. Bu şehire bağlı Ulaş köyünde bir zamanlar Alay Beyliği olduğundan söz ediyor ve dedesi Hasan Fehmi Aybaş Efendi’nin de, Alay Beyi’nin kızıyla evlendiğini gülümseyerek anlatıyor ve ilginç bir anısını da şöyle özetliyor:

“…T.C. Kültür Bakanlığı müsteşarlık görevim sırasında unutamadığım olaylardan birisi de şudur: Tarsus’tan Çamlıyaylaylaya gideken Ulaş köyünde durduğumuzda, arabadan ayağım toprağa değer değmez, eski Alay Bey’inin torunlarından Hasan kardeş, bir koyunu kurban olarak kesmiş ve alnıma kanından bir damla sürmüştü…”

BİNLERCE YILLIK, GİZEMLİ BİR GEZEGENDİR BURALAR…

Hep diyorum. Tarsus başlıbaşına bir hazine. Para pul ile değil ama, insan kaynakları ve kültürel birikimler açısından inanılmaz bir define.

Tıpkı kazılan her noktada, tarihi bir değerin, bulgunun ortaya çıkması gibi.

O yüzden hep sevdim ben buraları.

Çünkü hep inandım ve „Tarsus, toprağının altı ve üstü ile. inanılmaz zenginlik kokan bir coğrafya.

Yeraltı zenginliği kadar, yerüstündeki insan kaynağı ile de.

Kimler gelip, kimler geçmiş buralardan…

Kimler iz bırakmış ve daha kimler bu kadim toprakların evladı olarak iz bırakacak.

Kim nereden gelirse gelsin, kim hangi kökenden olursa olsun, Tarsus, hepsini bir koca yürekli toprak ana gibi kucaklayacak kadar, derin bir olgunluğa sahip.

Öylesine büyüktür çünkü Tarsus.

Öylesine yüreği geniş.

Öylesine açık ve hoşgörülü…

Dün olduğu gibi bugün de…

Mehmet CANBOLAT Yorumladı.

Toplum Gazetesi/ALMANYA (7 - 12 Aralık 2020)

Paylaş

0 Yorum

Yorum Yaz

Yorum yapmak için giriş yapınız.