... - Toplum24
KÖŞE YAZILARI

...

Toplum24/ALMANYA (YazıYorum: 24 Ocak 2024)
 
24 OCAK: BASKI ALTINDAKİ AVUKATLAR GÜNÜ VE
HUKUKÇU GAZETECİ UĞUR MUMCU’NUN KATLEDİLMESİ…
 
Bugün 24 Ocak ve „Dünyada Baskı Altındaki Avukatlar Günü“.
Ve aynı zamanda Gazeteci Yazar Uğur Mumcunun katledilişinin 31. yıldönümü.
24 Ocak gününe böylesi hassas bir anlam yükleyenler ise, Batılı hukuk dünyası.
 
Yani Avrupa Demokrat Avukatlar Birliği, Dünyada İnsan Hakları ve Demokrasi İçin Avrupalı Avukatlar Birliği’nin yanısıra, ile Avrupa Barosu İnsan Hakları Enstitüsü’nden gelen ortak bir açıklama ile, yanılmıyorsam, beş yıl önce bu özel gün ilk kez dikkatimi çekmişti.
24 Kasım'ın böyle bir anlam taşıması, dün gece bu yazıyı kaleme alırken, biraz düşündürdü beni. Birbirinden bağımsız iki ayrı olay gibi gelse de, ikisinin de hukukçu ekseninde olması geldi aklıma.
İki olay, birbiri ile o kadar özdeş ki, birarada işlenmeli diye düşündüm.
 
Gazeteci büyüğümüz Uğur Mumcu, 31 yıl önce bugün katledildiği sokakta ve mezarı başında anılıyor.
Bir Demokrasi şehidi olarak, Uğur Mumcu'nun ismi öne çıkıyor ama, Ocak ayı içinde o kadar çok aydınımızı yitirdik ki! Sadece isimleriyle ve saygıyla anmak gerekiyor.
Bu nedenle Ocak ayının son haftasını "Demokrasi Şehitleri Günü" olarak anma günü biçiminde önemsiyorum.
 
Çünkü Ocak ayında Uğur Mumcu'nun yanısıra, Çetin Emeç'i, Muammer Aksoy'u, Ahmet Taner Kışlalı'yı, Emniyet Müdürü Ali Gaffar Okan'ı da hain kurşunlarda, bombalarda yitirdik.
Hepsinin Demokrasi için verdikleri mücadeleyi düşünerek, hepsinin ruhu önünde saygıyla eğiliyorum.
 
Uğur Mumcu'nun katledilmesi, her yıl artan boyutta tepkiyi büyütürken, bunun temelinde bence O'nun gazetecilik mesleğinde büyüklüğü bulunuyor.
...
Türkiye’de, 1980 öncesinde Cumhuriyet Gazetesi’nin Çukurova bölge kadrosunda yaklaşık 4 yıl muhabir olarak görev yaptığım günlerde, Ankara bürosunda tanıştığımız, yıllar sonra Frankfurt Kitap Fuarı’nda ise, bir tesadüf sonucu karşılaştığımız değerli meslek büyüğüm Uğur Mumcu ile, fuarda yaptığımız kahve sohbetimizde bir ara, irtica hareketleri üzerine araştırmalar yaptığını anlatmıştı.
 
Almanya, Hollanda ve Fransa’daki kimi Türk ve Arabistan kökenli faaliyetleri oluşumlara yönelik bir araştırmaydı bu. Dönüşünde de bu konuda bazı sorularına uygun bilgileri, ricası üzerine Alman kaynaklarından derleyip, kendisine aktarmıştım. Ne var ki, yolumuz bir daha hiç kesişmemişti.
Suikaste kurban gittiğini öğrendiğim an, içimde derin bir yara açılmış gibi oldu ve zaman tünelinde nasıl yuvarlandığımı bugün bile 31 yıl öncesi gibi anımsıyorum.
 
Biliyorum. Türkiye’de gazeteci olmak zor. Bunu son yıllarda bir dizi örneğiyle görüyoruz.
Ama avukat olmak, hukukçu olmak da, bir o kadar zor. Avukatların sokağa çıktığı, dışlandığı günleri, utandıran kimi tabloları dikkate aldığımızda, Uğur Mumcu özelinde, hem hukukçu hem gazeteci olmanın ne denli büyük bir suç (!) olduğunu düşünebiliyor insan. Katli vacip demişlerdir herhalde.
Türkiye’de hukukçular bile nicedir adalet arayışında.
Bunun somut örneklerini son yıllarda yoğunlukla yaşıyoruz.
 
Örneğin Can Atalay bir avukat. Hakkında uyarlanan iddialar bağlamında yıllardır hapiste. Son seçimde Hatay'dan milletvekili seçildi. Özgürlük hakkı Anayasa Mahkemesi'nce de iki kez onandı. Ne var ki, tamamen siyasallaşmış Yargıtay, Anayasa Mahkemesi'nin kararını hala tanımıyor ve yok hükmünde sayıyor.
 
Meslektaşları hem O'nun, hem de kendi savunma özgürlükleri için hemen hergün meydanlara çıkarak, direniş sergiliyor.
Kuşkusuz avukatlar, sadece Türkiye’de zorluk çekmiyor. Dünyanın birçok bölgesinde benzeri durumlar yaşanıyor. Bunun da altını çizmekte fayda vardır.
 
 
Böyle giderse, Türkiye’de bir süredir egemen olan, ağır baskıcı rüzgarın yönü nerede kadar uzanır acaba? Mevcut uygulamaya bakacak olursak, ortamın önümüzdeki dönemde daha da sertleşeceğini gösteriyor.
Mahkemelerin önünde dosya sayısı her geçen gün artıyor.
Öte yandan toplumda adalete güvensizliğin artması, ülkenin geleceği açısından karamsar bir ruh hali yaratıyor.
 
Geçmişe uzandım biraz. Türkiye yakın bir geçmişte neler yaşamış neler! Avukatlar, Anayasa'nın kendisine tanıdığı "görevini icra hakkı"nın engellendiğini haykırmaya başlamış. Savunmanın söz hakkı da kesilmiş bu ülkede. Duruşma salonundan atılanların sayısı hiç de az değildi. Adliyeye alınmadıkları da oldu.
 
Ve hatta güvenlik güçleriyle karşı karşıya getirildi. Ekranlarda gözümüze sokulan görüntüler yalan değilse, zihinsel sabotaj yoksa, tuzun bile koktuğunu ortaya koydu bu tür toplumsal gelişmeler.
Türkiye gibi, öyle veya böyle köklü bir demokrasi tecrübesi olan ülkede, hukukçuların başına gelen olayları uzaktan gördükçe, insan bir tuhaf oluyor.
Hukukçu başkasının hakkını aramak yerine, kendi hakkının peşine düşmüşse, orada bir demokrasi sorunu var demektir bence.
...
24 Ocak, „Uluslararası Baskı Altında Olan Avukatlar Günü“.
Neden acaba? Özetle söyleyelim:
47 yıl önce bugün, yani 24 Ocak 1977'de faşist Franco yanlıları Madrid'de avukatlara saldırıp 5 avukatı öldürmüşlerdi. O günden bu yana 24 Ocaklar Tehlikedeki Avukatlar Günü olarak anılıyor ve özellikle Batılı ülkelerde bu gün bağlamında, demokrasinin, hukuk devleti ilkelerinin büyük ölçüde yaşandığı kendi ülkelerinde bile, yaşanan haksızlıklara karşı asta ultimatum gibi açıklamalar yapılıyor.
 
24 Ocak, hem hukukçu hem gazeteci Uğur Mumcu’nun 31. ölüm yıldönümü.
Hukukçuların tehlike altında olduğunu gösteren özel bir gün ile, aynı zamanda iyi bir hukukçu olan Gazeteci Uğur Mumcu'nun, hem de 24 Ocak günü katledilmesi, gerçekten düşündürücü, hüzün dolu bir tesadüf!
Anısı ve korkusuz mücadelesi önünde saygıyla eğiliyorum.
Ve böylesi bir günde, susmamanın bir insanlık görevi ve bireyin onuru olduğu inancıyla, bir daha yazıyorum. Çünkü konuşmanın ve adalete, hukuka ve hukukçuna sahip çıkmanın günüdür, bu günler.
 
Bugün değilse ne zaman? diyorum bir kez daha.
Çünkü hep inanageldim. Konuşmak, bir insanlık onurudur, bir erdemdir dedim. Bir daha altını çiziyorum.
Konuşmak, insan için, özgürlüktür, insanlık hakkıdır.
Eğer ki inanmıyorsan, elbette konuşmayabilirsin. Susma hakkını kullanmaya devam edebilirsin. Başını kuma gömebilirsin. Üç maymuna özenebilirsin. Diğer kimi canlı varlıklar gibi, bu sana, ana sütün gibi hak olabilir bunların hepsi.
 
Ama sustukça, o sırasın bir gün, sana da geleceğini unutma lütfen…
İnsan olduğunu ne olur, UNUTMA! Konuş!..
Ne olur SUSMA!
İçimdeki bir ses böyle diyor işte bana.
Doğru veya yanlış.
Belki küçük bir vicdan muhasebesi…
 
Mehmet CANBOLAT Yorumladı.
Toplum24/ALMANYA (YazıYorum: 24 Ocak 2024)

Paylaş

0 Yorum

Yorum Yaz

Yorum yapmak için giriş yapınız.