10 ARALIK... YAŞAM HAKKI... BİR ÇOCUKSU HAYAL... - Toplum24
KÖŞE YAZILARI

10 ARALIK... YAŞAM HAKKI... BİR ÇOCUKSU HAYAL...

Toplum24/ALMANYA (YazıYorum: 10 Aralık 2023)
Mehmet CANBOLAT Yorumluyor:

10 ARALIK’IN ÜZERİNDEN 75 YIL GEÇMİŞ AMA…
"YAŞAM ÖZGÜRLÜĞÜ BİR HAKTIR. AMA VERİLMEZ, ALINIR..."
Sayılı günler işte. Ne de çabuk geçiyor, değil mi?
Aslında bir yıl daha göz açıp kapayıncaya kadar, bitmek üzere.

Bugün 10 Aralık Pazar. Çok zamandır ihmal ettiğim şiirle, birkaç solukluk muhabbet yoluna gireyim istedim. Gökyüzünün kaç zamandır ruhumuza çökmüş, karanlık yüzünden biraz uzaklaşmak için, başka bir yöne kürek çekeyim diye düşündüm. Dün gece usta kalemlerin ruh hali gelmişti aklıma.

Yakın tarihin cezaevlerinde susturulmak istenmiş, aydınları, sanat fırıncı ustalarının dosyalarını karıştırdım biraz.

Bugünlerin zindanlarında yıllardır demirparmaklıklar arkasında adeta unutulmuş insanları, adeta bir hayale dönüşmüş özgürlüğün yolunu, özlemle bekleyen canları hatırladım.

Nazım Hikmet’in kendi döneminde cezaevinde geçen günlerini okumayı denedim.

Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün
bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldamadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben...
Bahtiyarım...

Nazım, hücresindeki ranzada, bir Pazar sabahı, ışığın kokusunu hayalinde solumaya çalışırken, her ne kadar, toprağı, güneşiyle kendini bahtiyar hissetse bile, belli ki bir savaşta ayaklarını mayına kaptırmış siyahi bir çocuğun hayal dünyasındaki sonsuzluğu geliverdi gözüm önüne.

Birikmiş hayallerimi bıraktım birden.

İçimdeki ışık, sönüvermişti.

„…dayadım sırtımı duvara…“ dediğini duydum Nazım’ın. İçimdeki ‚sözde‘ önceliklerimi unutuvermişim.

O çocuğun kesik bacaklarını resmeden tebeşirin yerdeki çerçevesine yerleştirdim kendimi. Gözlerimi kapadım ve uyumadan, uyumuş gibi yaptım.

Bugün 10 Aralık.
Mutlaka biliyorsunuzdur. 10 Aralık her yıl dünyada insan hakları günü olarak anılıyor ve 1948 yılından bu yana dünyanın farklı bölgelerinde hak ve özgürlüklere dair etkinlikler yapılıyor.

Neden 1948 yılı diye sorulacak olursa, bilmeyenler için özetleyelim:

Takvimlerin 10 Aralık 1948’i gösterdiği gün BM-Birleşmiş Milletler teşkilatı, Fransa’nın başkenti Paris’te, toplam 30 maddelik, „İnsan Hakları Bildirisi“ adıyla bir genel sözleşmeye imza atmış.

Bu 30 maddenin her biri, insanlık onuruna, eşitliğe, özgürlüğe ve adalete, yaşama hakkına işaret ettiği için, insan yaşamı adına „olmazsa olmaz“ diye benimsenmiş.

Bu uluslararası bildirge, insanların, din, dil, ten rengi, kültürel kökeni, cinsiyetine göre hiçbir ayrımcılığa maruz kalamayacağına işaret eder.

Anımsanacağı gibi, 1933-1945 döneminde Adolf Hitler’in Almanya’da yaktığı bir kıvılcım yüzünden, dünyamız 1945’e kadar süren 2. Dünya Savaşı’nı yaşamıştı.

Bu acının külleri yeterince soğumadan, dünyadaki devletler aklını başını bir parça toplayabileceğini gösterdi ve birey olarak tüm ve hak özgürlüklerin, yurttaşlardan esirgenemeyeceği görüşünde birleşti.

İnsan Hakları Bildirisi, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu tarafından Haziran 1948’de hazırlanmış ve 10 Aralık 1948’de Genel Kurulun Paris’te yapılan oturumunda kabul edilmişti.

Oturumda, sözleşmede yer alan bazı prensiplerin, “Burjuva sınıfından olan insanların sınıf çıkarını koruduğu ve işçi sınıfının egemen sınıflarla uzlaşmak zorunda bırakacağı” gerekçesiyle, 6 sosyalist üye ülke, çekimser kalmış ve bildirgeye imza atmamıştı.

Bu uluslararası bildirge, sözkonusu çekimser ülkelerin yanısıra, Suudi Arabistan ve Güney Afrika Birliği dışındaki ülkelerin oylarıyla kabul edilmişti.

1948 yılından 2023’e…
Bugün aradan tam 75 yıl geçmiş.

Elbette, bunca zaman içinde dünyanın birçok bölgesinde sözkonusu hedeflere erişim konusunda bir hayli yol aldığını söylemek mümkün.

Son Ukrayna veya Filistin örneklerinde birebir yaşadığımız gibi, egemen güçlerce çivisi çıkartılmış bir dünyada kimbilir ne gibi örnekleri verebilirsiniz sizler de.

Hemen hergün topraklarından, vatanlarından edilmiş, baskılarla kovulmuş göç yolunda yaşamını yitirmiş kitleleri nasıl unutabiliriz? Onları nasıl görmezden gelebiliriz?

Kendi topraklarında sessizliğe, açlığa, hürriyetten yoksun bir hayata, sefalete terkedilmiş, sesleri kesilmiş yığınları nasıl düşünmeden geçebiliriz?

Cinsiyetinden ötürü yaşam özgürlüğü elinden alınan mağdur edilen, öldürülen kadınları, genç kızları, söz hakkını yeterince kullanmayan veya kullanmasını henüz bilmeyen çocukların yaşadığı acıları, maruz kaldıkları olumsuz durumları nasıl öteleyebiliriz?

Bugün aklımıza bile gelmeyen ve kendi kısır döngümüz içinde dönüp dururken, belki kendi kendimizle, anlamsız küçük kavgalara soyunuyoruz maalesef.

Oysa şu an, dünyanın herhangi bir köşesinde, bizim görece iyi yaşam şartlarına sahip olabilmek için, nelerini feda etmeye hazır insanları bir hatırlayabilsek…

Onların küçük düşleri ile, bizlerin tutturamadığımız sözde büyük hesapları arasında dünyalar kadar fark olduğunu görebilsek…
...
Keşke şimdi düşünüp şunu söyleyebilsek…
„…Daha güzel, daha eşitlikçi, daha özgür ve mutlu bir dünya için, önce ben ayağa kalkmalı ve birşeyler yapmalıyım… Hiç olmazsa yapabildiğim kadar...“
diyebilsek…

Daha güzel, daha yaşanır, daha dengeli, insanları mutlu ve huzurlu, daha adil bir dünya için.

Ve elbette daha özgür.
Hayalini bile çok görmeyelim kendimize.
Hiç olmazsa, 10 Aralık günü hatırlayıp, küçük bir hayal kurarak.
Daha insanca bir yaşamı duyumsayarak..

Nazım Hikmet, her ne kadar „ ne kavga, ne hürriyet, ne karım…“ dese bile, özgürlüğün yoluna bir sağlam taş daha döşeyebilmek için avazımız çıktığınca „kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet“ diye, daha yüksek perdeden bağırarak…

Hak verilmez, alınır derler.
Özgürlük de öyle! Kendiliğinden gelmez.
Sabır ister, umut ister, kavga ister.
Sen de „ben varım“ dersen; istersen yani.
...
Farkınasınızdır, şiirle adam gibi biraz uğraşamadan, gelip geçti yine bir gece daha...
Ortak acılar, ortak hayaller, hak ve özgürlük diye diye...

Neyse, sözün özü helaldir, fazlası haram. Bu gece muhabbetini biz yine de kısa bir şiirsel yolculuğumla bağlayalım isterseniz...

Gün, yeni güne dönerken... Evren'deki yıldızlar bile henüz uykusunda iken...
...
„…geçti o günler artık
susmak değil, konuşmak
ve çığlık atmak zamanı bugün;
görmeyen, konuşmayan, suskun
ve duymayan yüreklere bir ışık
biraz da bir umut olabilmek için;
topla be cesaretini gülüm
bugün yine battı gün
topla, topla artık kendini
bugün olmasa bile hani,
hiç olmazsa, yarınlar için…“
...
Mehmet CANBOLAT Yorumladı.
Toplum24/ALMANYA (YazıYorum: 10 Aralık 2023)

Paylaş

0 Yorum

Yorum Yaz

Yorum yapmak için giriş yapınız.