29 EKİM'E DOĞRU NELER OLUYOR TÜRKİYE'DE? - Toplum24
KÖŞE YAZILARI

29 EKİM'E DOĞRU NELER OLUYOR TÜRKİYE'DE?

Toplum24/ALMANYA (YazıYorum: 25 Ekim 2023)

Mehmet CANBOLAT Yorumluyor:

KİMİLERİNE İNAT;

„…YENİ DEĞİL; 2. YÜZYIL HEYECANI VE UMUDUYLA YAŞASIN CUMHURİYET!..“

Bugün beni yazmaya zorlayan şeylerin, çoğu okurumuzun pek hoşuna gitmeyeceğini, karamsarlığa sürükleyeceğini biliyordum. Ama, gerçekleri yazmanın da bir sorumluluk bilinci olduğu benim açımdan kesindi.

Aslında çok doğal, fakat 20 yıldır artık susadığımız ve nedense normal boyutta kanıksamaya başladığımız güzel bir haber, bu sabah aniden sevindiriverdi bizi.

Anayasa Mahkemesi, Türkiye İşçi Partisi (TİP) listesinden son genel seçimlerde Hatay Milletvekili seçilen ancak tutuklu olduğu için yemin edemeyen ve anayasal hakkının kullanması sürekli engellenen hukukçu Can Atalay için, olumlu bir karara imza attı. Üst Mahkeme bu kararla, „Hakkın İhlali Var“ diyerek, toplumda bir umudu ateşledi.

Bir tek üyenin mazeret gösterip katılamadığı üst mahkemenin, 25 Ekim oturumunda,  5’e karşı 9 oyla Can Atalay’ın TBMM’ndeki görevine başlaması için adeta bir „yeşil ışık“ yaktı.

Türkiye’de, mevcut iradeye muhalif kesimler, Anayasa Mahkemesi’ni hızla kutlarken, karardan duyulan mutluluğu da coşkuyla ifade ettiler.

Ancak „Dikkat!“ diyorum. İnşallah yanılıyorumdur, buu sevinç kısa da sürebilir.

Çünkü Can Atalay hakkında hapis cezasını onamış Yargıtay’ın, Anayasa Mahkemesi’nin üst kararına dayanarak, kendi kararını bozması gerekiyor. Yani Can Atalay’ın serbest kalması için Yargıtay’ın özgür iradesini kullanması şart.

Ancak Yargıtay, böyle kritik bir konuda, devletin zirvesindeki malum sert iradeyi öfkelendirecek bir karara, „demokrasi“ diyerek, sanıldığı gibi, öyle kolay karar verebilir mi? Yani „Anayasa Mahkemesi’nin kararına saygı duyuyoruz. Kararın gerekçeleri de makuldur. O yüzden, Can Atalay’ın tahliyesine karar verilmiştir.“ diyebilir mi?

Erken sevinmemek gerekir. Önemli kritik saatler, belki günler ile yüzyüzeyiz şu günlerde.

Zira, unutmayalım ve bir kez daha düşünelim: Bugüne değin, AKP iktidarı, hangi toplumsal meseleyi ele alırken, Anayasayı veya hukuk devleti, demokrasi, yurttaşlık hakları gibi temel ilkeleri dikkate aldı ki!

Yine unutmayalım; yürekten inandığı otokratik çizgisinden her gelişmede, bir gram geri atmayan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iki dudağı arasında artık herşey.

Bu Can Atalay için de geçerli olacak, Türkiye Cumhuriyeti’nin, 100 yıllık „çağdaş uygarlık ve demokratik toplum gelişimi“ konusu için de.

Cumhuriyet’in 100. Yılındayız.

Sayılı günler kaldı. Ancak 100 yıllık gururu gerçekten yaşayabiliyor muyuz sahi bu günlerde? Yer yerinden oynaması gerekirken ve bunu bu ülkeyi yüzyıl önce işgal düşü gören emperyalist odakların torunlarına beyinlerine şırınga edercesine dolu dolu yaşamak varken, doğru söyleyelim; bu coşkuyu, bu heyecanı, kendi içimizde, kendi yüreğimizde ne denli doğru-dürüst hissedebiliyoruz ki!

Evet yine de kimi serbest girişimler, sinsi planların aksine, inadına birşeyler yapıyor. Türkiye’de ve Türk insanının yoğun olduğu her dış ülkede ve özellikle de Almanya başta olmak üzere, bir dizi AB üyesi ülkede şu günlerde kutlamalar yapılıyor veya hazırlanıyor.

Ancak, toplumun üzerine sinmiş otokratik baskı kütlesi, bu coşkuyu bir hayli engelliyor.

Görüldüğü gibi, „100 Yılda Yapılması Gerekeni, 20 Yıla Sığdırdık“ diyen AKP zihniyeti, belli ki, Cumhuriyeti artık açık açık yok sayıyor.

27 Ekim Cuma günü Türkiye’deki tüm okullardaki Cumhuriyet Kutlaması yerine, „Cumhuriyet’i Anma“ etkinlikleri planlanıyor. Bu korkunç kararı veren odak ise, Milli Eğitim Bakanlığı.

Bu bence, Cumhuriyet’i artık yok saymak, öldü bilmek ve onun 100. Yaşını kutlamak değil, ölüsünün ardından dualarla anlam demektir.

Bunun adı, Cumhuriyet’e karşı açık bir kalkışmadır.

Tam da 100. Yıl'da, Süper Kupa karşılaşmasının bir Arap ülkesinde oynanmasına karar vermek de neyin nesi? Bu maç neden, yüzyılı omuzlayan, başkent Ankara'da oynanmasın? Neden?

Evet, Cumhuriyet karşıtları, 100. Yıla sayılı günler kala, içindekileri açık açık kusmaya başladı.

Varsa da yoksa da, „AKP Gücü“.

Sanki Türkiye Cumhuriyeti, 2002 sonunda kurulmuş gibi.

Sanki Türkiye Cumhuriyeti 2002’den önce hiç olmamış gibi. Sanki varmış da, 80 yıl boyunca, taş devri koşullarında yaşıyormuş gibi.

Türkiye’de bir şehirde yapılacak kutlamalar için hazırlanan kapsamlı program metninde, Mustafa Kemal Atatürk isminin, sadece bir kez anıldığını görünce, Cumhuriyet karşıtlığının hangi boyuta geldiği de açıkça görülüyor.

Evet, Atatürk ismi bir kez geçiyor bu metinde. O da etkinliklerin yapılacağı adresin „Atatürk Meydanı“ olmasından ötürü. Yani zoraki.

Düşünebiliyor musunuz bu senaryoyu…

„İyi de, Cumhurbaşkanlığı’nın açıklamalarında da Mustafa Kemal Atatürk’ün, 100. Yılın anılmaması varken, bir kasabadaki program bülteninde Ulu Önder’in isminin olup olmayışı, o kadar önemli mi? Dediğinizi duyar gibi oluyorum.

Haklısınız, diyorum. Başka ne diyeyim ki!

İsrail ile Hamas arasındaki kanlı ve kirli savaş üçüncü haftayı tamamladı. Kolay kolay sonlanacağını veya ateşkes olacağı konusunda da umudum köreliyor.

Fırsat bu fırsat diyerek, „Gazze Acısı“ gerekçe gösterilip, 29 Ekim 2023 Pazar gününde yoğunlaşan ülkenin dört bir köşesindeki „100. Yıl Kutlamaları“ iptal edilebilir mi?

Olmaz olmaz demeyin.

Türkiye’de artık her an herşey olabilecek havaya bürünmüş.

‚Hava sisli ve kurtlar puslu havayı sever’ derler.

Tam da Cumhuriyet Haftası’nın arafesinde, yani 28 Ekim Cumartesi günü „Gazze ile Dayanışma“ Büyük Mitingi kararının alınması, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu mitingde konuşma yapacak olması, boşuna değil bence.

Herşeye rağmen, asla karamsar değilim. Ancak tehlikenin farkındayım. Son 20 yıldır AKP’nin devlet gücündeki egemenliği, tarikatların devletin önemli damarlarına sızmış olması, artık Türkiye’de her an herşeyin mümkün olacağını hissettiriyor bana…

İzleyin diyorum. Çünkü bir küçük talimat bile yeterlidir artık böylesi yasaklar için.

Bütün bu karamsar tabloya, olumsuz görünen öngörülere dayanarak, ne yapmalıyız? Oturup, dizimizi dövelim mi? Susup sinelim mi?

Elbette değil. Mücadeleye devam ruhunu yitirmemek lazım. Hele hele, umudu yitirmek?

ASLA! ASLA!… diyorum.

Çünkü umudun bittiği yerde, hayat bitmiş demektir.

Oysa hep umuda inandım ben. Bu ülkede, dağ başında, bir köyde bir isimsiz insanın içinde hala bir parça umut varsa, o ülkenin kendine gelmesi için o umut bile yeterlidir, inanın.

Bu yüzden, o tek kalan umuda inanmak, sarılmak lazım. O umudu, sönmeye yüz tutmuş, körelmiş umutlarımızla birleştirelim, kaynaştıralım, ışığıyla ışık olalım, mücadeleye, tıpkı yüzyıl öncesi gibi omuz verelim.

Unutmayalım ki; hala umut var.

Umut varsa, Cumhuriyet var demektir.

Ve umut varsa, Cumhuriyet hep varolacaktır.

Buna direnenler ise, kim olursa olsun, yine olacaklar elbette. Ama unutulmasın ki,  mezarlıklar bir gün, onların mezar taşlarıyla dolu olacak.

Yapayalnız… sahipsiz… Duasız…

Ama Cumhuriyet, ama CUMHURİYET, halkın, umudunu yitirmeyenlerin hayatın her alanda örgütlenerek, demokratik direniş hakkına sığınarak, inanmış Atatürkçüler, demokratlar, çağdaş, huzurlu, demokratik hukuk devletine inanmış insanlar, aydını, işçisi, köylüsü, genci yaşlısı erkeği ve kadınıyla, onların kararlılığı ile daha nice yüzlerce yıl, payidar kalacaktır.

O güç, bu gün de var bence. Yarınlarda da olacak.

Tıpkı umudun, hep  en dip noktada iken bile, yeniden uyanabileceği inancıyla.

...

Bu bağlamda „Yaşasın Cumhuriyet…“ diyorum.

Yaşasın Cumhuriyete inanmış milyonlara…

Yaşasın „Umudumu yitirmedim.“ diyenlere.

Ne mutlu, tüm olumsuzluklara, baskılara rağmen, umudununu yitirmeden "Mavi Yolu'n ışığını arayanlara... 

Yaşasın, kimilerine inat; asla ‚yeni‘ değil, 2.Yüzyılın Nazar Boncuğumuza… Cumhuriyetimize…

Selam olsun, tam bağımsız, özgür, eşitlikçi, demokrasiye inanmış, Mustafa Kemal Atatürk’ün, bize armağan değil; bizden sonraki nesillere iletmek üzere sadece emanet ettiği Türkiye Cumhuriyeti’ne…

Mehmet CANBOLAT Yorumladı.

Toplum24/ALMANYA (YazıYorum: 25 Ekim 2023)

Paylaş

0 Yorum

Yorum Yaz

Yorum yapmak için giriş yapınız.