Toplum24 / ALMANYA (YazıYorum: 15 Ağustos 2023)
Mehmet CANBOLAT Yorumluyor:
TÜRK BASIN VE MATBUAT HAYATINDA TARİHİ BİR GÜN…
Gazetecilik, ne gece tanır, ne gündüz, ne acı bir gün ne tatlı, ne yaz, ne kış ne de, basının en ölümcül zaman dilimi diye bilinen o yaz boşluğu.
Bir araştırma için, Cumhuriyet öncesi mücadele yıllarının yolunu arıyor, iz sürüyorum. Hasta adam Osmanlı’nın nedense vazgeçemediği, halka açılamadığı sarayların etrafında dolaşan meşhur yağdanlık ve haşmet hastası gazeteler ve yazarlar çıkıyor önümüze. Az sayıda da olsa, memleketin içinde bulunduğu „hal ve şerait“ten hoşnut olmayan kahramanlar da sözünü esirgemiyor elbette.
Eski dilde çıkan bu yayınların adeta derme çatma resimlerine bakarken, Cumhuriyet’in ilk yıllarında Türkçe harflerle çıkan gazeteler de gözüme çarpıyor.
Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülük ettiği Harf Devrimi, Cumhuriyet’in kuruluşundan ancak beş yıl sonra hayata geçirilebilmiş.
1 Kasım 1928’de tüm yayınlar, neşriyatlar yeni Türkçe harflerle hazırlanarak, toplumun tüm kılcal damarlarına harf devriminin sindirilmesini hedeflemiş…
NEREDEN NEREYE GELMİŞ TÜRKÇE VE TÜRKİYE!…
Kısa bir süre önce tanışmaktan mutlu olduğum ve hayatının büyük bölümünü Almanya’da geçiren 84 yaşındaki Ayla Bilgiçyıldırım ile, Alman anne ve Türk babadan 1915’lerde Almanya’nın Aachen/Düsseldorf kentleri arasında başlayan bir ilginç süreçten doğan kimi tozlu insan öykülerini konuşurken, eski hatıralar, belgeler kitaplar dökülüyor birdenbire ortalığa.
21 yaşındaki Alman anne „Adele“, 1918’de, 4 günlük maceralı bir tren yolculuğuyla, 2 yıl önce Almanya’da eğitimini tamamlayıp İstanbul’a dönen baba Tevfik Efendi’nin peşinden, soluğu hiç tanımadığı Türk topraklarında almış. Bu genç gönül ilişkisi güzel bir izdivaçla sonuçlanmış ve Ayla Hanım ile ablası Türkis Hanım, bu güzel birlikteliğin iki örneği. Hem Alman, hem Türk onlar.
Son yıllarda Frankfurt yakınlarında küçük bir beldede yaşayan Ayla Bilgiçyıldırım, tipik bir Alman disiplini içinde kendini yetiştirmiş bilge bir insan. Yıllar boyu özenle sahiplendiği ilginç bir arşiv birikimine sahip.
Sohbetimiz, Türk babasının, yani Tevfik Bey’in neden Düsseldorf’ta; Alman anne Adele’nin ise neden İstanbul’da toprağa verildiğine yoğunlaşırken, geçmiş yıllar geliyor durup dururken gündeme. Söz Cumhuriyet’in ilk yıllarında yoğunlaşıyor. Dedik ya Ayla Hanım’ın kendisi başlıbaşına bir kütüphane ve çok zengin bir arşiv. Türkçe’ye yani elbette o güzel İstanbul’un hala bozulmamış Türkçesine çok iyi hakim Ayla Hanım.
Konumuz birdenbire Dil Devrimi’ne geliyor.
„Bir dakika lütfen“ deyip, dosyalardan birini önüme koyuyor.
Cumhuriyet Gazetesi’nin „Cumartesi, 1 Kanunuevel 1928“ tarihi yazılı bir nüshası.
Onu da özenle arşivinden çıkartıp, dilin önemini vurguluyor. Mustafa Kemal Atatürk’e „binlerce defa şükür“ diyor.
95 yaşındaki bir gazeteyi inceliyorum. Yani Atatürk’ün Harf Devrimi’ni ilk uygulayan ve Türkçe harflerle çıkan bir gazetenin kapak sayfası, demek istiyorum. Bugünkü mevcut gazete sayfa düzenleri ile kıyasladığımda, elbette 95 yıl öncesinin baskı sistemi koşullarını da görüyorum. Üzerinde „Nüshası her yerde 5 KURUŞTUR“ yazıyor. Tebessüm ettiren bir başlık.
Gazetenin Cumhuriyetin ilanının 5. yılında çıkan ilk nüshası, o günlerin ülkeyi ilgilendiren , günümüze artık biraz yabancı olayları ve açıklamaları içeriyor. Kapak sayfada, ağırlıklı olarak İstanbul haberleri yer alıyor. Türkçe dil olmasına rağmen, ifade biçimleri, günümüze göre biraz garip geliyor.
Burada ayrıca dikkatimi çeken, Cumhuriyet’e ve Mustafa Kemal Atatürk’e inanmış, yurtsever ve aydınlanmacı bir avuç aydının Türk Harf Devrimi’ne çabuk sarılması ve toplumla yeni iletişim dilini biraraya getirme inancı oluyor.
Mesela Cumhuriyet Gazetesi’nin kurucusu, başyazarı Yunus Nadi, işte bu yurtsever aydınlardan birisi.
Burada şimdi, o günlerin gerçeğini unutmayarak, bu büyük devrimci yazar ve usta kalemin „YENİ YAZI“ başlıklı ilk Türkçe makalesini okurlarımızla paylaşmak istiyorum. Hem de, hiçbir harf yazılım hatasına, uzunluğuna, ayrıntısına dokunmadan…
Umarım ilginizi çeker, Cumhuriyet’in 95 yıl öncesindeki düşünce rüzgarından sizler de birkaç fotoğraf karesini belleğinize kazanırsınız…
……….
CUMHURİYET GAZETESİ
Cumartesi 1 Kanunuevel, 1928
Yunus Nadi, Başyazar
„YENİ YAZI“
Bugün bütün türk matbuatı baştanbaşa latin esasından alınma yeni türk harfleriyle çıkıyor. Yeni yazının umumiyetle hayata ilk tatbiki şerefi türk matbuatının oldu. Bugün türk hayatında çok büyük tarihi bir gündür. O tarihi günü tatbikatı ile beraber kaydetmek şerefine mahzar olan türk matbuatı bu mazhariyetten dolayı kendini ne kadar bahtiyar hissetse yeridir.
Hiçbir inkilap kolaylıkla, insana hiç zahmet ve hatta bazen zarar vermeksizin tahakkuk edivermez. Öyle olsa, inkilaplar bu kadar kıymetli olmazdı. Denilebilir ki inkilapların zorlukları, zahmetleri ve mihnetleri nisbetinde büyük olur. Harf ve yazı inkilabı da böyledir. İptidaları hepimiz biraz zorluk görüyoruz, ve bir parça zahmet çekeceğiz. Fakat neticenin parlaklığı yanında bu zorlukların e bu zahmetlerin çok gölgede kaldıkları ve kalacakları muhakkaktır. Düşünmeli ki bu yazı inkilabı sayesinde aziz türkiyemiz bir seneden az bir zaman zarfında medeniyetin ve marifetin hakiki anahtarını elde etmiş olmak noktasından tamamen avrupaya benziyecektir. Belki yalnız başına yazı o büyük medeniyetin kendisi demek değildir. Fakat muhakkak yazı bu medeniyetin başka türlüsü düşünülemeyecek vechile başlangıcı ve temelidir. Garbin şimdili harfleriyle bunun doğurduğu matbuat olmasaydı, hiç şüphe yok ki şimdiki medeniyetin onda biri bile bulunamazdı.
Bugün türk dilindeki gazetemizi tamamen yeni harflerle dizilmiş görecek karilerimizin pek tabii olarak ilk bir şaşkınlık devri geçireceklerini pel ala tahmin ediyoruz. Şimdi bu satırlar üzerine eğilmiş nazarlar kelimeleri sanki bir şifre halleden gibi bir az ağırlıkla sökmekte olduklarını gözlerimizle görür gibi biliyoruz. Eskiden gazetenin hangi sütununa, hangi sahifesine şöyle bir göz atsak, orada neler bulunduğunu bir „lanzade“ anlayıverir ve hangi haber ve ya makale bizi alakadar etse şöyle bir süzmekle onu okuyup geçiverirdik. O kolaylıkla bu zorluk arasındaki fark ne olsa bittabi bir parçacık alınlarımızı buruşturuyor. Fakat düşünelim ki bu zorluk nihayet bu günlük, yarınlık yani her halde pek muvakkat zamanlık bir şeydir. Onun arkasından bütün milleti kaplayan e iyilikleri bütün memlekete şamil olan bir kolaylık, bir okuma yazma bolluğu, bir irfan ve medeniyet tufanı gelecektir.
O parlak istikbalin şerefine hiç hem de seve seve bu bir iki günlük zahmete katlanamaz mıyız?Parlaklıkları gözleri kamaştıran şu avrupa medeniyetinin tarihini ve menşeini aradığınızda muhtelif sebepler içinde en mühimi olarak neyi buluyoruz, biliyormusunuz? Matbaacılığı! Eskiden avrupada kitaplar el yazısiyle yazılırdı. Mayans (Mainz) şehrinde doğup ölen (1397-1468) Gutenberg ismindeki meşhur alaman matbaacılığı icat etti, daha doğrusu matbaacılığa münferit ve müteharrik harfleri tatbik etti.
Ondan sonra kitapları gazeteleri bol bol basmak, insanların bütün fikirlerini dünyanın her tarafına yaymak mümkün oldu. Bugün medeni dünyada binnefis matbaacılığın vasıl olduğu terakki derecesi hele bizlerin akıllarımıza hayret verecek haldedir. Ve garp aleminin harikulade terakkileri dün ve evvelki gün olduğu gibi bugün de matbaacılığa ve her çeşit matbuata istinat etmektedir. Eğer ortadan matbaacılığı ve matbuatı kaldırıverirseniz şimdili bütün o muazzam medeniyeti ile koca avrupanın derhal karanlıkta kalıverdiği görülür.
Gerçi bizde de bir az geç olarak matbaacılık tesis edildi ama eski harflerin zorlukları yüzünden terakki edemedi, ve onun avrupada ve bütün medeni alemde temin ettiği terekkiler bizde tamamıyla değil, hatta yarıyarıya tahakkuk edemedi. Bu terakkiler işte şimdi kabul ettiğimiz yeni harflerle artık şeksiz ve şüphesiz bir surette tahakkuk edecektir.
Yeni harflerin hakimi manası şudur: Hakikaten ve maddeten avrupaya iltihak etmiş bir türkiye. Bu vaziyetin manası çok büyük, çok uzun ve derindir. Yeni harfleri tamamen benimsemiş, tamamen kendine mal etmiş türkiyenin istikbalini o kadar parlak görüyoruz ki bu parlaklık karşısında adeta gözlerimiz kamaşıyor. İşte yeni yazının mahiyet ve manası budur. (Yunus Nadi)
…
1928’DEN GÜNÜMÜZE DEĞİŞEN KOŞULLAR
Büyük üstadın 95 yıl önce kaleme aldığı makalesini okuyunca, düşündüm birden.
Hani O büyük önder Atatürk olmasaydı, bu Devrimi yapmasaydı, acaba dilbirliğimizden söz edebilir miydik? Ortak bir dilin, ulus olmada en büyük zemin yarattığını anlayabilir miydik?
Bence hayır. Çünkü dil, bir ulusu ulus yapan, birkaç önemli etkenin başında gelir. Gazeteci Yazar Nadir Nadi’nin 95 yıl önce bu makalesini tamamlamadan önce, son sözlerinde Türkiye’nin böylesi Kemalist devrimler ve önüne koyduğu Batılı hedefler, O’nun tamamen Avrupa’ya ait olduğu yönündeki hayali açıkça ortaya koyuyor.
Ancak bunu söylerken, merhum Yunus Nadi, Türkiye’nin günün birinde Avrupa Birliği’nin bir parçası olduğunu söylemesi, öngörmesi elbette mümkün değil. Ancak büyük usta, bunu söylerken, o günlerde, henüz beş yaşında olan ve emekleme aşamasındaki Türkiye Cumhuriyeti’nin uygarlık kokan kimi Batılı değerleri bu ülkenin insanlarının mutlaka benimsemesi gerektiğin yönündeki arzusunu hayalini ortaya koymuştur, diye düşünüyorum.
Birde büyük ustanın yukarıdaki uzun makalesinde, matbaacılık dünyasının önemini vurgularken, bugünlerdeki iletişim imkanlarını elbette görememesini gayet doğal buluyorum. Tıpkı bugün her türlü erişim içinde yüzen bizlerin, iletişimde insanlığı önümüzdeki 50 yılda nelerin beklediğini, bugün güçlü cep telefonları veya sosyal iletişim araçlarının yerini, hangi akıl almaz araç gereç ve yöntemlerin alacağını bilemeyeceğimiz gibi.
Ne olursa olsun, bundan yüzyıl önce Türk coğrafyasında, İstanbul ve saray avanesi dışında toplumun önemli bölümü, bir başkaydı. Sanki insan olarak görülmeyen canlı varlıktı. Maalesef Osmanlı döneminin önemli bir bölümünde, Türk olmak adeta bir suçtu. Bir hiçti. Aşağılandı. Hep asker olarak görüldü. Vergi alınan zavallı köylü olarak algılandı. Dili önemsenmedi. Ötelendi.
Saray ile sarayın dışındaki halk arasındaki bu derin iletişim uçurumunda en büyük etken, hiç kuşkusuz sarayın kullandığı dil ile, halkın kullandığı dilin aynı olmamasıydı. Basit bir tanımlamayla, manası bilinmeyen bir dizi işaretlerin yerine, Mustafa Kemal Atatürk geldi ve halkın anlayabileceği ortak bir dilin temelini attı.
İşte bu temelin adı, Harf Devrimi’dir. Dilde bütünlüğün anahtarıdır. Türkçe’nin kaynağıdır.
Türk halkına iletişim imkanı sunan bu atılım, önce de söylediğimiz gibi 1 Kasım 1928’de TBMM’nde kabul edildi ve 3 Kasım 1928 günü ise, Resmi Gazete’de yayınlanarak resmiyet kazanmış oldu. Ancak bugünkü konumuz olan bu devrimin uygulamaya sokulması ise, 1 Aralık 1028 Cumartesi gününe rastlıyor. Ve Cumhuriyet başta olmak üzere, dil devrimine inanmış Türk neşriyat dünyası da, ilk kez Türkçe harfler ile dünyaya ‚merhaba‘ diyor.
Aradan bugün tam 95 yıl geçmiş. Her gün yeni boyutlar alarak dünyada güçlü bir dil haline gelen Türkçe konusunda, hala kimi aymaz çevreler, saldırılarını pervasızca, namussuzca sürdürüyor. Nereden güç alıyor iseler artık. Aslında onların hedefi, Türkçe dilinden de öte, Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimlerini itham etmek, halkın gözünden düşürmek.
Ama o çevreler de iyi bilsinler ki, bir milletin kendi öz dili varsa, o topluluk gerçek anlamda ulus olur. Türk insanı, artık bu ulusun bir parçasıdır. Türk denince, Türkçe gelir akla. Ne kadar saldırsalar da, ne kadar yırtınsalar da, bu ulus, kendi diliyle yaşamaya ve bayrağı gelecek kuşaklara aktarmaya kararlıdır.
Bu böyle biline diyorum ve bir dilin, her insan için bir kimlik, bir karakter bir duruş olduğunu da vurgulamak istiyorum. Nokta!
…
Bizi, toplum24.de haber sitemizi izlemeye devam edin diyoruz. Geçmişten günümüze 100 yıllık kültürel ve teknolojik değişimlerden örnekleri, buradan zaman zaman sizlerle paylaşmak istiyoruz. Mesela o günlerde hangi konular, gazeteleri, gazeteciyi meşgul etmiş? Hangi reklam alanları okurlara seslenmiş? O günlerin modası, eğlence kültürü, sağlık konuları kimlerin yönetimindeymiş?
İmkanlarımız ölçüsünde geçmişe küçük pencereler açacağız.
Sözün özü;
toplum24.de haber sitesi izlenmeye değer.
öyle diyorlar…
Mehmet CANBOLAT Yorumladı.
Toplum24 / ALMANYA (YazıYorum: 15 Ağustos 2023)
0 Yorum