AYDINLARA KUŞATMA - Toplum24
KÖŞE YAZILARI

AYDINLARA KUŞATMA

Mehmet CANBOLAT Yorumluyor:
TARİHTEN BUGÜNE, AYDINLARA YÖNELİK KUŞATMALAR!
YA AYDINLIKTA GÜLÜMSEYECEĞİZ, YA DA ÖZGÜR SANACAĞIZ KENDİMİZİ KARANLIKLARDA...
Bugün, size bir şey anlatacağım.
İsterseniz uzun bir masal deyip, geçin. Karar sizin.
Ama ben, söylemek istediklerimi söyleyeceğim.
Aslında bugün hatırlayıp söyleyeceklerim, 4 yıl önceki bir düşünce dolaşımının özünden farklı olmayacak.
Ancak, Türkiye'de, geçmiş yıllardaki aydın ve demokrat kadrolara yönelik av sürecinin adeta yeni bir dönemeci olarak gördüğüm ve bunun yeni isimler ile devam edebileceğini zannettiğim bazı gelişmeleri nedense kanıksar olduk.
Mesela Merdan Yanardağ gibi yurtsever, Cumhuriyetçi, demokrat bir aydın ve düşünce üretiminde oldukça üretken bir meslektaşımın, bayramı ne yazık ki gözaltında geçirmesi ve ardından Silivri'ye gönderilmesi ve tutuklama kararına yönelik mahkemenin verdiği "red" kararından sonra, Türkiye kamuoyunda öyle ciddi bir itiraz çığlığı görmedim.
Üzerimize toplumsal bir ölü toprağı serpilmiş gibiyiz hepimiz.
Hepimiz yıllanmış bir ağır narkozun etkisindeyiz hala.
Üç maymunları oynuyor gibiyiz.
Görmedim... Duymadım... Bilmiyorum...
Korkuyoruz.
Ya?... diyoruz.
Susuyoruz.
İşte dünyanın kıskandığı ülkelerden birinin içinde bulunduğu durum ve koşullara bakarak, birşeyler söylemek gerektiğine inanıyorum.
Bu böyle gidemez... Gitmemeli de....
Tıpkı Moğollar Topluluğu'nun bir şarkısında olduğu gibi...
Bir şey yapmalı... Bir şey yapmalı...
...
Şimdi açık açık, özünde masum bir düzlemde soruyorum.
Vaktiniz başka şeyler için çok daha değerli olabilir. Saygı duyarım.
Ancak, yüreğinizde birazcık empati, karşısındaki anlama hissi varsa, birkaç dakikalık ufuk turuna birlikte çıkalım, derim.
Belki bugün söyleyeceklerimin çoğuna veya tamamen katılmayabilirsiniz. Buna da saygı duyarım.
Ancak, sonuçta biraz düşünmek ve buradan belki küçük bir ışık görmek istiyorsanız, aşağıdaki yazıyı sindire sindire sonuna kadar okumanızı, ama mutlaka okumanızı ve bunu da biraz kendi düşün değirmeninizde yoğurmanızı diliyorum.
Binlerce yıllık insanlık tarihinin tozlu sayfalarından, genelde birbirinden bağımsız ancak yine de birbirini resmeden, ortak bir noktaya odaklayan olayları, anımsamayı ve üzerinde birlikte düşünmeyi arzu ediyorum.
"Neden böyle bir konuyu dillendirmeyi tasarladım acaba?" diye merak edilmesin. Anlatayım.
...
Düşünen ve düşündüğünü söyleyenlerin çoğu susturulmuş, mahkemelerde sürünen, cezaevlerine tıkılan bir coğrafyanın kaderi, aslında tarihin, ortaçağdan günümüz modern zamanlarına kadar (nasıl bir modern zaman ise artık...) tekerrüründen, tekrarından ibaret galiba, diye düşünüyorum son günlerde.
Aydın insanların, toplumların iyiye, güzele, doğruya ulaşımında önemli bir kaldıraç olduğuna inanageldim hep.
Peki „aydın kim?“dir, diye sorabilirsiniz.
Aydın kavramının tanımını başka boyutlayanlar da olabilir.
Aydın, bir isimden ziyade, bir sıfattır bence. Bir niteliktir. Aydınlığın, geçmişten günümüze ve elbette bugünden geleceğe uzanacak bir ışığın simgesidir. İnandığı uğurda "ilkeli olmak ve kararlılıkta inatçı bir azınlık"tır onlar. Tek bile kalsalar, doğru bildiklerini söylemekten, haykırmaktan geri durmazlar.
Tıpkı son yıllarda, Türkiye'de kendisini yıllardır tanıyan ve inanmış bir grup güven insan ve özverili meslektaşıyla birlikte adeta tırnaklarıyla kazarak, yoktan varettiği bir yayıncılık kalesinin önderi gazeteci yazar ve düşünür Dr. Merdan Yanardağ'ın yaptığı gibi...
Bir diğer deyişle, mevcut siyasi erke, haksızlığa, yolsuzluğa, karanlığa karşı çıkan aydınlanmacı yayınlarıyla izlenen tv kanalı olan Tele1 programlarının ilkeli ve kararlı duruşu gibi...
...
İşte bu yüzdendir ki, insanlık tarihinin hemen her döneminde aydın diye bilinen kişi veya kişiler, hep çıbanbaşı olmuştur egemen güçlerin gözünde. Susturulmuştur. Bastırılmıştır. Ortaçağın ateş sehpalarından tutun da, günümüzün modern engizisyon mahkemelerine kadar sürekli ezilmiştir.
Yokedilmiştir onlar. Çünkü aykırıdır onlar. İnatla değil ama, dillendirdiği her söze inanarak sarılırlar. „Mekke’ye ulaşamasalar bile“, kaplumbağa misali, uğrunda ölümü göze alırlar.
İnsanlık tarihine bakıldığında, inandığından vazgeçmeyen o düşünce erdemi ve aydınların, gerçekten çağını aşmış, ileri zaman ve düşüncelere yoğunlaşmış şahsiyetler olduğunu görebiliyoruz.
Hangi birini söyleyelim ki…
...
Mesela Galileo Galilei adlı bir İtalyan bilge. 15. yüzyılın astronomi, matematik ve fizik dalında büyük saygınlığı olan güçlü bir aydın. İnandığından vazgeçmeyen bir düşünce kahramanı. Müthiş bir zeka aynı zamanda.
Hani O, „dünya yuvarlaktır ve güneşin ekseni etrafında dönüyor“ diyebilen ve inanç dünyasının tepkisine hedef olan ve engizisyon mahkemelerinde sürünmeyi göze alarak, sözünden asla dönmeyen güçlü bir aydın.
Yani bugün kendini aydın sanan, elindeki bir diploma veya ünvan ile aydınımsı davranan, ne idüğü belirsiz ve kendini „tek“ sanan güç odakları etrafında habire dönerek tapınan, bukelemon gibi, doğaya, duruma göre kabuk değiştiren, tatlı su balıklarını andıran, suni ve kişiliksiz aydıncıklardan çok ama çok farklı.
Hatırlayalım...
Roma Engizisyonu tarafından „öcü“ ve „hain“ olarak nitelenen Galileo Galilei, ortaya attığı ve dünyanın bir düzlem olduğunu anlatan inanç dünyasının büyüsünü altüst eden: „Dünya yuvarlaktır ve güneşin ekseninde dönmektedir“ görüşünün bedelini oldukça ağır ödemiştir.
Çağının başka astronomi bilginlerinden birçoğunun tepkisini de üzerine çeken Galileo, yapılan baskılarla, Engizisyon Mahkemesi önünde ortaya attığı kendi tezini, yakılarak ölüm tehdidiyle inkar etmeye zorlanmış ve hayatını, sadece ev hapsiyle kurtarabilmiştir.
Onun derdi, ilerleyen yaşında paçayı kurtarmak değil, olsa olsa, ileride aynı fikirleri inatla savunacağı kitaplarını yazabilme arzusundan başka birşey değildir.
Ve rivayet odur ki; Roma Engizisyon Mahkemesi’nin kapısından çıkarken, kendisini bekleyen bir gruba, daha büyük bir iddiayla, güya sessizce mırıldanarak „Boşverin söylediklerimi. Dünya, yine dönmeye devam ediyor. Siz keyfinize bakın!“ diyebilen ve tezinden ödün vermeyeceğini gösteren, ev hapsinde yazdığı kitaplar ile düzene aykırı gelebilecek tüm görüşlerini farklı kitaplarda toplamayı başaran ve bugünlere ışık olan, yine O’dur.
Galileo Galilei, tek midir? Elbette değil.
Ancak, gerçek aydınlığın az sayıdaki simgesinden birisidir.
O ve onun gibiler, kendi dönemlerindeki egemen güçlerin baskılarına maruz kalmasa idi, insanlık bugün nerede olurdu acaba?
„Saklı Tarih“ kaynağına göre, sadece Batılı engizisyon mahkemelerinde değişik dönemlerde toplam 50 bin aydının, düşünce insanının, filozof ve sanatçının yakılarak öldürülmesini, bugün okumak ne kadar korkunç bir olay.
Oysa, yine aynı kaynağa göre, milyonlarca yıl süren evrimden sonra, gelişimini 50.000 yıl önce tamamlayan insanoğlu; beyin ve zeka olarak, genetik değişimine uygun hızla evrilseydi, aydınlara bu kadar zulmü layık görülmeseydi, şu anda büyük olasılıkla galaksiler arasında ilginç yolculuklar yapıyor olacaktık.
Onların tek suçu, düşüncesini, tesbitlerini, bulgularını insanlığa, insan olma namına açıklamasıydı. Toplumu aydınlatma çabasıydı.
Ama onlardan nicesi, baskılarla susturularak, yakılarak, zindanlarda işkencelerle öldürülerek, yani en ağır acı bedeller ödeyerek, bu dünyadan geçtiler.
Ölürken bile onların gözü, bence, açıktı. Son nefesini verirken dahi, gözbebeklerinden gülümseyen bir aydınlığın keskin ışığı vardı. Ve o ışıkla ve ölümsüz özgün isimleriyle, bugünlerdeki dünyamıza kadar gelip girdi ve böylesi bir düşünce ufkunda, şimdi bu makalemize bile konuk oldu.
Galileo yine ucuz kurtardı ama, tarih öylesi büyük acılarla dolu ki…
İkinci Mısır İmparatorluğu dönemi fizikçi ve gök bilimci Kamose-Menes, anıt mezarların ve piramitlerin, ölümden sonra, oralara gömülen kimseyi canlandırmayacağını söylediği için öldürülmüş.
O çizgide bir boşluk oluşmuş.
Yani bir suyun kaynağında tükenişi gibi.
Antik Mısır'ın diğer bir filozofu olarak tanınan „Amentebat’ın, ''insanları mumyalayarak öbür dünyaya gönderemezsiniz'' dediği için ailesi ile birlikte yok edilmesini bugün hangimiz hatırlıyor ve üzerinde biraz düşünüyoruz acaba?
Onun hunharca katledilmesiyle birlikte fikir ve algı kaynağı tükenmiş ve aydınlanma yolunda yine bir büyük boşluk oluşmuş.
Su kaynağı biraz daha tükeniyor böylece tabii ki…
Romalı gökbilimci bir filozof olan Flavus Lucretius Claudius ise; „Roma Tanrıları“nın, sanıldığı gibi gerçek değil, sadece bir safsata ve masal olduğu“nu yüksek sesle dillendirdiği için katledilmiş.
İnsanlığın o aydınlık yolunda yine siyah bir gölge oluşmuş, değil mi?
Antik Yunan, devrin en büyük filozofu Sokrates'i 2500 yıl önce Yunan tanrılarına inanmadığı için öldürmüş. Yine ürküten büyük bir boşlukla yüzyüzeyiz, çağın bir döneminden günümüze sanki bir şey söylemek ister gibi…
İtalyan bir filozof olan Giardano Bruno, „Kapalı Evren“ görüşüne ilk karşı çıkanlar arasında imiş. Tıpkı Galileo Galilei gibi, „dünya güneş ekseninde dönüyor“ dediği için Kilisenin engizisyon mahkemesince alınmış, insanlık dışı, insan düşmanı bir keyfi kararla Roma'da diri diri yakılarak can vermiş.
Düşüncesiyle birlikte, bence O da, yolda zorbalıkla düşürülen bir aydınlık meşalesidir.
„Saklı Tarih" ortaya koyuyor.
„…Paleolitik Çağ'dan itibaren son 40.000 yılda istatistiksel olarak sayıları 143 milyon olarak hesaplanan üstün zekalı insan “Dinlere, Tanrı’lara, dogmalara, tabulara, masallara” inanmadığı için öldürüldü“ diyor ve bu ışık kaynaklarının hiç birisinin soyunun devam edemediğinin altını çiziyor.
Karanlıkta kalmak, kalmaya zorlanmak ne kadar acıdır, kimbilir.
143 milyon kişi, hem de üstün zekalı insan, dogmalara, masallara karşı çıktığı, inanmadığını söylediği için hayatını bu uğurda yitirmiş. Ne kadar korkunç bir tarih bu.
Kimi uzmanların görüşüne göre, geçmişten günümüze geçen 40 bin yıl içinde bu dünyadan gelip geçmişler, bu üstün zekalı kişiler, böylesi acı sonları yaşamasaydı, nesilleri devam etseydi bugün evrendeki insan popülasyonunun %5’i değil %35'i üstün zekalı olacaktı.
Öyle olunca; Endülüs ve İskenderiye kütüphaneleri yanmamış olacaktı, deniyor. Bilim, sanat, felsefe üreten değerli insanlarla birlikte bugün -fosil yakıt yakmadan- daha temiz bir dünyada yaşıyor olacağımız söyleniyor.
Ve “Zeka seviyemiz, bugünkü aptal halimizle kıyaslanmayacak kadar yüksek olacaktı.“ diyor yakın tarih.
...
Hemen herkes, dünyanın özellikle son çeyrek yüzyılda hızlı bir dönüşüm yaşadığını söylüyor. Herkes, artık bundan böyle herşeyin o bildiği, içine sindirdiği, kanıksadığı ve ne pahasına olursa olsun özlediği gibi olmayacağını görüyor.
Doğrudur. Türkiye de böylesi bir süreçten geçiyor. İstisnalar dışında aydınlanmanın öncüleri olabilecek güç kalemleri, düşünce insanları ya sinmiş, ya sindirilmiş. Aydınlığa muhtaç milyonlarca yaprak, kökün, kaynağın ezilmesine sessiz kalıyor. Kuruyup gidiyor.
Aydın havasında dolaşan, ve ne gariptir ki, çoğunluk oluşturan aydınımsılar ise, „benden uzak olsun da, ne olursa olsun…“ havasında. Yani ya tavşan pisliği gibi, "akmaz-kokmazlığı" yeğliyor, ya da „Padişahım çok yaşa“ sendromunda.
Çoğu insan, birbirinin yüzüne bakınca, aslında kendini görüyor.
Aydınlık yerine, karanlıkta sessizliği, suskunluğu oynuyor.
Neme lazım… diyor.
Toplum, „Neme lazım?“ demek zorunda bırakılıyor.
Demem o ki, insanlık yol ayrımındadır artık.
Üçüncü bir yol, yok artık.
Ya aydınlığı seçmek ve özgür olmak zorunda insan, ya da karanlıkta gönüllü bir tutsaklığı…
Bu inançla, eline silah almamış, şiddete teröre bulaşmamış, hatta terör ve şiddeti, baskıyı her seferinde reddetmiş, kalemi ve düşüncesi dışında hiçbir baskıcı gücü olmayan Merdan Yanardağ gibi, dünyanın dört bir köşesinde haksız yere tutuklanmış, gözaltına alınmış, susturulmaya çalışılan, bedeni değil düşüncesi hapsedilen tüm aydınlara özgürlük diyorum... Evet özgürlük!
Mehmet CANBOLAT Yorumladı.

Paylaş

0 Yorum

Yorum Yaz

Yorum yapmak için giriş yapınız.