Toplum Gazetesi/ALMANYA (YazıYorum: 13 Ağustos 2023)
Mehmet CANBOLAT Yorumluyor:
BERLİN DUVARI, YÜREKLERE ÖRÜLMÜŞTÜ ASLINDA…
ALMANYA’DA 62 YILLIK UTANCA BİR YOLCULUK…
13 Ağustos 1961.
Sıradan bir yaz günü gibi gelebilir.
Ama Almanya bağlamında, hiç de öyle bir gün değil.
Hatta tüm Avrupa ve tüm dünya açısından.
62 yıl önce bugün, yani 13 Ağustos günü, Almanya’da seçimle, kılpayı iktidara gelen Hitler faşizmi, bir anlamda bir toplumun yüreğine Berlin’de örülen o utanç duvarının ilk harcı olmuştur.
Herşey bir sebep sonuç ilişkisidir.
Malum, Hitler 1933’te iktidarı ele geçirirken, umutsuzluğa sürüklenmiş, siyasete güvenini yitirmiş bir halkın aklını da çelmeyi başarmıştı. Önceleri güven oluşturdu.
Ama ne olduysa, ondan sonra oldu.
Hitler iktidara gelirken topluma verdiği olumlu mesajları, büyülü vaadleri unuttu. Sertleşti, acımasızlaştı, kendini eleştirenlere baskı uyguladı, devletin tüm yönetsel katmanlarını, yetki mercilerini etkisiz kıldı, kimseyi dinlemedi, „tek olacağım“ dedi ve derken diktatör oldu.
Hoşgörüsüzdü. Empati yoksunuydu. Hırslarına yenik düşmüş, bir çılgındı. Aklına koyduğunu yapacak kadar deliydi.
Tüm muhalifleri susturdu. İçindeki yıllanmış Musevi düşmanlığını dışa vurdu. Halkın o dönemki geçim sıkıntısını, yokluğu silah olarak kullandı. Kaygıları körükledi. Toplumun tüm dinamikleri üzerinde her yolu, sonuçlarını da hiç gözetmeden denedi, ezdi, baskıyla, zorla yakaladı, çoğunu toplama kamplarında yıktı, yaktı ve sonunda yok etti.
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI KABUS YILLARI
Bütün bu çılgın ruhundan tatmin olmamış gibi, dünyaya egemen olmak istedi. Ordularını komşu ülkeleri işgale zorladı.
Ve derken acılı, kanlı yıllar. Vahşet dolu bir dönem.
Sonuç, o korkunç 2. Dünya Savaşı felaketi ve 1945 yılında tamamen yıkılan Nazi imparatorluğu.
Yani, 1945 yılında, Almanya’nın Hitler karşıtı müttefik güçlere teslim olması.
Savaş bitmişti. Ama Almanya tepeden tırnağa, korkunç boyutta harap olmuştu. Milyonlarca insanın hayatına mal olan bu vahşetin, bu büyük çılgınlığın sonunda, bombalar susmuştu ama, oyun henüz bitmemişti.
Kısa sürede „Paylaşım Masası“ kuruldu. Tezganın bir tarafında ABD ve müttefikleri İngiltere ile Fransa oturuyordu. Diğer başta ise, Kızıl Ordu.
Yani Sovyetler Birliği.
Masada beklenen uzlaşı nedense olmadı ve Sovyet Orduları, işgal ettiği Doğu’yu, tüm dünyaya bir gece yarısı kapatıverdi.
Hem de tarihi Berlin kentinin kalbini, korkunç, o boz renkli bir utanç duvarı örerek.
Evler bir anda ikiye bölündü. Herkesin bedeni adeta ortadan ikiye bölünmüş gibiydi. Halk şaşkındı. Dünya şaşkın. Herkes neler olup bittiğini anlamaya çalışırken, takvimler 13 Ağustos 1061’i gösteriyordu.
Yani 62 yıl önce bugün bir aileyi, bir ulusu, bir kalbi ikiye bölen, birbirinden ikiye ayıran o UTANÇ DUVARI örülmeye başlamıştı.
O gün sabah meydanda harıl harıl bir duvar yükseldiğini görenler, savaş yorgunu bir halk, önce gözlerine inanamadı.
Ancak çok geçmeden olayın farkına vardı.
O duvar kendileri için örülüyordu. Bir şeyden, düşmandan korunmak için değil, toplumu kendi içine hapsedecek duvardı bu iş.
Ve o günden itibaren kaçanlar oldu. Kaçmayı deneyip de, Sovyet askerlerince kurşunlanan, yakalanan ve hayatını kaybedenler oldu.
Acı tablo: Kimi kaynaklara göre en az 140 kişinin dikenli tel örgüleri geçerken sınır boyunda kurşunlanarak hayatını yitirmesi.
Ve derken yıllar yılları kovaladı. Aileler, bu utanç duvarının her iki yakasında çarşafları mendil gibi sallayıp, özlem giderdiler. Her evde bir gözyaşı… Her yürekte bir hasret ateşi.
Ve zamanla duygular da törpülendi, özlem köreldi, ölen öldü, geride kalan yeni kuşaklar ise, olayı anlamaya çalışmakla geçirdi ömrünü.
Yıl 1989. Günlerden 9 Kasım. Bir anlamda utanç duvarının delindiği gün. Çünkü, Doğu’da inanılmaz bir halk hareketi başlamıştı. Bunun temelinde ise, Helsinki’de 1975 yılında yapılan bir konferans ile, Doğu Almanya’da yaşayan yurttaşlara o güne kadar yasak olan yurtdışına seyahat özgürlüğünün önü, bir parça da olsa açılmıştı.
Ancak bundan sonrası çok daha ilginçti.
Birkaç gün tatil diye çıkanlar, dönmüyordu.
Ve derken Sovyetler’de Michael Gorbaçov’un, Moskova’da ülkeyi yöneten partinin genel sekreteri olmasıyla, dönüşüm kendini gösterdi ve Doğu Almanya kısa sürede çözüldü. Batı Almanya yönetiminin Gorbaçov ile sıcak işbirliği, bir tesadüf değildi bence.
Bir hesap kitap işiydi.
Bu değişim sürecini iyi yöneten Batı Almanya’nın, ilişkileri Moskova tepesinden halletmeye yönelik kararlı stratejisi, suyun önünü açtı.Ve bu süreç ve diploması, Doğu Almanya sosyalist rejiminin kısa sürede çökmesine yol açmış ve çok geçmeden Duvar artık yıkılmıştı.
Bir barajın kapaklarının açılıp, dev suların akışı gibi, Doğu’dan Batı’ya yön alan kaçışlara, bir gazeteci olarak bizzat tanık olduğum o tarihi günleri, bugün gibi hatırlıyorum.
„Wir sind das Volk“ yani „Biz halkız“ sloganları o günlerin en popüler çığlığıydı. Nedense ben de tutmuştum bu sözü. Hazırladığım her haberimde bir şekilde bu söze yer veriyordum.
„BİZ HALKIZ!..“
Yani hiç umudumu yitirmediğim ve kökünü Türkiye’deki Karaoğlan Bülent Ecevit’in yükseliş döneminden, yüreğime kazınmış 70’li yıllara özgü „halkın gücü“nü hatırlatıyordu bana.
Duvar, dünyanın gözleri önünde yıkılıyor ancak bunu halk eliyle, tırnaklarıyla, evinden getirdiği çekiçle balyozla yapıyordu.
Özgürlüğe susamışlığı, başka bir resim anlatamazdı bana.
Neredeyse 40 yıldır ayrı düşen bir toplum, aynı ulustan, kardeşler, bacılar, sonunda duvarın yıkılmasıyla yeniden birbirine kavuşmuş oldu. İki Almanya yeniden birleşti.
O önemli günlerin zaman tanığı bir gazeteci olarak hep duyumsayarak söyleyegeldim.
Nasıl ki, doğayla oynandığı takdirde denge bozuluyor, sel, yangın, deprem gibi ağır sonuçları olan felaketlere maruz kalınıyorsa, toplumların dengesiyle oynamanın da bedeli bir şekilde ağır olabiliyor.
Çünkü o duvar, sadece Berlin’i değil, bir ulusu, tek yüreği ikiye bölen bir duvardı. Tarihin utancıydı.Ve çok sürmedi.
1961’de Duvar’ın ilk harcı konmuştu.
1989’da ise, 9 Kasım günü ‚Duvar’da ilk delik açıldı ve ardından yıkıldı gitti.
Geriye kalan 62 yıllık ve ağır acıları olan ve dersler çıkartılması gereken bir öykü.
Vardığım sonuç: Örülen her duvar, bir gün gelip yapanın üzerine yıkılıyor. Hiçbir şey karşılıksız kalmıyor.
Tarihin vazgeçilmez olgusu bu.
Yeter ki umudunu yitirmesin insan.
O yüzden, insanları, kardeşleri birbirinden ayıran duvarlara hayır diyorum.
Ve insanların, toplumların yüreğinde, beyninde örülen düşmanca duvarlara da hayır!
Ve halkın gücü karşısında kimsenin karşı duramayacağı da artık bilinmeli.
Yeter ki O halk: „Biz halkız“ diyebilsin, çığlığını atabilsin.
Artık haykırması gerektiğini görebilsin.
Artık, kendi gücünün farkına varabilsin.
Kim karşı durabilir ki halkın gücüne…
KİM!
Mehmet CANBOLAT Yorumladı.
Toplum Gazetesi/ALMANYA (YazıYorum: 13 Ağustos 2023)
0 Yorum