"CAPERNAUM" - Toplum24
KÖŞE YAZILARI

"CAPERNAUM"

Toplum24 / ALMANYA (Makale: 2 Eylül 2023)

Kemal ŞENER Yazıyor:

CAPERNAUM

Capernaum doğurduğu için ailesini mahkemeye veren 12 yaşındaki çocuğu konu edinen, Cannes film festivalinde jüri özel ödülüne layık görülen ve baştan sona her sahnesi insana dokunan bir dram filmi. En iyi filme de Oscar’da aday gösterilen insanı duygulandıran bir beyaz perde şaheseri. Çocuk yaşında savaşçı olmayı öğrenen Zain’in mahkemede 7 aylık hamile annesine “Doğurmasın, doğurmasın” diye bağıran kendisini o noktaya getiren olayları konu edinen müthiş bir görsel.

Bugüne kadar yüzlerce film izledim. Aralarında seyretmeye doymayıp tekrar ve tekrar izlediklerim de vardı. Mesela baştan sona şarkılarla dolu Benim Güzel Bayanım (My Fair Lady), Doktor Zwago, alınları kırmızı bir nokta ile süslenmiş, kırmızılı sarılı yeşilli giysilerle doyumsuz şarkılar söyleyen Hint güzeli kadınların rol aldıkları müzikaller sadece birkaçı izlediklerimin.

Tolstoy’un filmleştirilen Savaş ve Barış’ı, her biri ayrı dokunaklı aşk öyküsü olan İsveç filmleri,  konuları İtalya’nın emsalsiz şaraplar yapılan Toronto’da üzüm bağlarında geçen aşkları anlatan Alman filmleri, hepsi ayrı bir güzeldi. Brigitte Bardot’un „Ve Tanrı Kadını“ yarattı filmini izlemeye doymamıştım. Hitler Almanya’sının Holocaust filmini de birkaç kez izlemiştim ama her seferinde ırkçılığa nefretim daha da artarak, kederlenerek.

Melek kadar masum bir Japon kızına dayanılmaz acılar yaşatan acımasız Amerikalı subayın öyküsü Butterfly (Kelebek) filmi de çok dokunmuştu. Amerikan iç savaşını ve Scarlette adlı bir genç kızın aşkını konu edinen, romanı da Publizer ödülünü kazanmış olan „Rüzgâr Gibi Geçti“ filmine, ya da Rock Hudson ve Gina Lolobrigida’nın başrolünü oynadıkları „Come September“i de çok sevmiş, şarkılarına da hayran kalmıştım. İşte o filmin adı gibi bu yıl da bir Eylül daha geldi, hem sevdiğim hem hüzünlendiğim, ama sonbaharın şarkılarını dinlemeye doymadığım ay..

Edebiyatımıza ve şairlere ilham olmuş bir ay olan Eylül; kimilerine göre ayların en güzeli, kimilerine göre melankoli, hüzün ve ayrılıkların ayı.

Konumuz Eylül değil ki, Capernaum’a dönelim yeniden. İzlediğim filmleri uzun boylu anmamın nedeni Almancası „Stadt der Hoffnung“ (Umut şehri) olan Capernaum filminin konusu 12 yaşındaki çocuğun yaşadıklarının bendeki etkisinin hepsinden çok fazla olması. Oysa o filmler de izlediğim yıllarda beni çok etkilemişti. Şimdi bu filmin hepsinden baskın çıkması neden, doğrusu anlamış değilim. Acaba çok yaşlandım da ondan mı, gerçekten bilmiyorum. Kaç gün geçti üzerinden hala etkisindeyim.   

Capernaum doğum belgesi bile olmayan, o yüzden gerçek yaşını bilmeyen mutsuz bir evliliğin ürünü küçük bir çocuğun sokaklardaki yaşam mücadelesini anlatıyor.  İhmalkâr, güvenilmeyen, başı buyruk ya da akla gelebilecek her kötü ebeveyn özelliklerine sahip bir anne babayla hayatını şekillendirmeye çalışan ve küçük yaşına rağmen bir ırgat, köle gibi çalıştırılan bir çocuğun yaşam mücadelesini.

Capernaum ya da „Umut Şehri“nin konusu kendisini istismar eden ailesine baş kaldırıp kaçan, kendisine yapılan haksızlığın karşısında dimdik duran küçük bir çocuğun zekâsı ve pratikliği ile sokaklardaki yaşam savaşından galip çıkmasını ve 12 yaşındaki genç bir delikanlıya dönüşümünün etkilenmemenin mümkün olmadığı öyküsü.

Hayat mücadelesi ona kendisini dünyaya getirdiği için ailesini mahkemeye vermesinin haklı olduğunu izleyiciye hiçbir kuşkuya yer bırakmaksızın inandırıyor. Zain’in küçük yüreğinin nasıl dünyalar kadar büyük, merhamet, yardımsever, fedakâr ve gerçek anlamda insanlık erdemleriyle dolu olduğunu da izliyoruz filmde. Daha 12 yaşında ama Etiyopyalı mülteci Rahil ve onun bebeği Yonas'a bile göz kulak olacak kadar o yaşına rağmen gerçek bir insan profili çizen bir çocuğun filmi Capernaum.

Sonunda şiddet suçundan hapse girer ve mahkemede adalet arayan bir çocuktur Zain.  Mahkeme başkanıyla aralarında şu konuşma geçer:

“Neden buradasın biliyor musun?”

“Evet.”

“Neden?”

“Anne ve babamdan şikâyetçiyim.”

“Anne ve babandan niçin şikâyetçisin?”

“Beni dünyaya getirdikleri için.”

Beyaz Perdenin uzmanları „Umut Şehri“ hakkında bakın ne diyorlar:

“Film günümüz problemlerinden biri olan kaçak işçilik, mülteci kaçakçılığı, göçmenlik, Beyrut mahalle halkının yaşadığı yoksulluklar, çocuk istismarı örüntüsünden oluşan bir dünya fotoğrafına ışık tutmakta ve bunu 12 yaşındaki Zain‘in hayatta var olma mücadelesi üzerinden anlatmaktadır. Filmin ortaya çıkış Serüveni asıl dikkat çekici noktası ise başrol oyuncusu olan Zain’in, gerçek adının Zain Al Rafeea ve yapıtın konusunun, filmin çekildiği sokaklara, insanlara yabancı olmaması. Zain Lübnan’ın Sokak aralarında yaşamakta olan Suriyeli mülteci bir çocuk aslında.

Yönetmen Nadime Labaki, Zain’i sokak aralarında görür ve onun görüntüsünden etkilenir ve sokaklarda yaşayan diğer çocuklarla konuşmaya, yaşantılarını gözlemlemeye başlar. Durumlarından ne kadar memnuniyet duyduklarını, ne tür konuların onlar için zorlayıcı olduğunu araştırır. Çocukların içerisinde bulundukları durumu adaletsizlik olarak görmesi, var olduklarını fakat belgelerini almadıklarını bu yüzden yok muamelesi gördüklerini, tüm bu yaşantının onlara mutsuzluk dışında başka bir şey vermediğini gözlemler.

Filmin ilham kaynağı ve konusu buradan gelmektedir. Film Zain’in dünyaya gelmesinden sorumlu olan anne ve babasından şikayetçi olması ve ebeveynlerin bakamayacağı çocuğu dünyaya getirmemesi gerektiğine dair isteğiyle  başlıyor. Etkileyici sahnelerden ilk bu: daha 11-12 yaşlarındaki bir çocuk ne yaşamış olabilir ki var olmak istemiyordu? Var olmasına sebep olan kişilere sitem ediyor, yaşadıklarının doğacak kardeşinin ve bir başka çocuğun yaşamasının önüne geçmek istiyordu.  Filmin akışı Zain’in bu isteğinin ne kadar makul olduğunu, şikâyetinin de ise ne kadar haklı olduğunu gözler önüne seriyor.”

Ümit Yaşar Oğuzcan’ın Vietnamlı bir çocuk için ağıt şiiri de çok dokunaklı, okuyalım:

“Babasını döve döve öldürmüşler

Küçümencik gözlerinin önünde

Anasının yarısını bir bomba alıp götürmüş

Kan ve et yığını öbür yarısı

Oturmuş ağlıyor Vietnamlı bir çocuk

Minik yumrukları sıkılmış kinle

Belli bir şeyler düşünüyor

Kederden harap olmuş bir beyinle

 

Aklı ermiyor olanlara Vietnamlı çocuğun

Bilmiyor yaşamak nedir, ölmek nedir

Çoktan unutmuş sevinmek, gülmek nedir

Savaşın ne olduğunu anlamıyor bir türlü

Sadece açlık şimdi anlayabildiği

Midesini ve beynini kemiren bir açlık

Anası yok ki ona sıcak yemekler pişirsin

Babası yok ki ona renkli giysiler getirsin”

Kemal ŞENER Yazdı.

Toplum24 / ALMANYA (Makale: 2 Eylül 2023)

Paylaş

0 Yorum

Yorum Yaz

Yorum yapmak için giriş yapınız.