GÖÇLER ZORUNLULUKLARDIR - Toplum24
KÖŞE YAZILARI

GÖÇLER ZORUNLULUKLARDIR

Toplum24 / ALMANYA (Makale: 26 Temmuz 2023)

Alp HAMUROĞLU Yazıyor:

GÖÇLER ZORUNLULUKLARDIR!

Canlı türlerinin doğal yayılması yoluyla insanlar da yerlerini değiştirirler, hatta kıtalar arasında bile göçler olur, böylece coğrafyalar bazen yeni insanlarla, bazen de ilk kez insan türüyle karşılaşır. Bu göçler çoğunlukla iklimsel nedenler ve topoğrafik özellikler yüzünden gerçekleşmiştir. Beslenme olanakları fazla olan verimli bölgeler ve su konusunda sıkıntı çekilmeyen yerler göç alan bölgeler olmuşlardır.

İnsan türü tarım devrimi yapıp uygarlık yönünde ilerlediğinde ve buna bağlı olarak işgücü ihtiyacı belirdiğinde nispeten yakın bölgelerden insanlar gelir ve getirtilir, bunun sonucu olarak yer değiştirmeler olurdu. Yerleşik ve göçebe toplumlar bu insan akışına hep bir zemin yaratmış, devamlılıklar oluşturmuşlardır.

Sonraları Avrupa-Akdeniz coğrafyasında ortaya çıkan köleci üretim biçimi, yüzyıllarca devam eden ve zorla yapılan bir “insan ticareti göçü”nün nedeniydi. Greko-Romen toplumların bu insanlık dışı insan toplama-kaçırma-aktarma eylemleri, zorla yapılan göç olarak o kadar kökleşmiştir ki, köleci üretim biçimi yok olduktan sonra da insan ticareti bin yıllarca devam edip durmuştur. İnsafsız bir emek ve hayat sömürüsüydü.

Hayat şartlarının iyileşmesi yüzünden nüfus artışı da zaman zaman göçlere yol açmıştır. Tarihin en büyük göçlerinden biri olan ve yüzyıllarca süren Haçlı Seferleri, bunun en kötü ve insanlığa en fazla zarar veren örneklerinden biri olarak bilinir. Avrupalılar, zenginliği yüzünden Doğu’ya, zalimlikleriyle izler bırakan göçler düzenlemişler, milyonlarca insanı Doğu Akdeniz - Batı Asya bölgesine taşımışlardır.

Özellikle 19. yüzyılda ulaşımın kolaylaşması ve seyahatin yaygınlaşması ile insanların yaşadıkları yerden ülkelerinin dışına çıkması olanakları doğmuştu. Daha eskiden beri gezginlik, başka yerleri görmeye can atan insanların yaptığı bir şeydi. Bu yüzden seyahat yapanlardan gördüklerini anlatanlar ve yazanlar çıkardı. Ancak bu, gittikleri yerlerden geri dönebilenler için mümkün olurdu.

Tarihin ünlü gezginleri, seyahatlerini sağ salim bitirenler ve bunları yazanlardır. Örneğin, İbn Fazlan (Fadlan), Marco Polo, İbni Batuda, bizde de Evliya Çelebi bunlar arasındadır.

Bu konuda başka ülkelere görevli olarak gönderilenler, ya ülkeler arasında ilişkileri yürütmeye ya da o ülkeleri tanıyarak bilgi toplamaya çalışırlardı. Ayrıca, Doğu dünyası merak konusu olduğundan Avruplılardan çok sayıda insan Avrupa dışına gitmeye yönelmiştir.

Fakat bunlar ve gezginlerin seyahatleri göç kapsamı içinde düşünülmezler.

Sanayi devrimi sonrasında işgücü açığı, hem ülkeler içinde kırlardan kentlere, hem de yakın komşu ülkelerden kalıcı göçlere yol açmıştır. Tarımın ihtiyacı olan mevsimlik göçler çok ülkede zaten olmaktaydı.

Bütün bunların başka ülkelere gitme nedeni olarak oralara gitme isteğinden kaynaklanmadığı ortadadır. Haçlı Seferlerinde kandırılan insanlar dışında hiç bir göçte insanlar başka yerleri sevdiklerinden, oralara özlem duyarak gitmiş değildir, mecburi olarak göçmüşlerdir. Genellikle kitleler göçlerini hep zorunluluk yüzünden yaparlar.

19. yüzyılda Batı’nın gelişmişliği yüzünden doğu ve güney ülkelerinden Avrupa’ya, Avrupa’dan Kuzey Amerika’ya göçmen dalgaları oluştu. Göçler yaşandı. Bu göçlerin “yurt dışını sevmek, yurt dışına özlem duymak” gibi bir şeyle ilgisi yoktu. Yurt dışını sevmek için bir nedenleri ve istekleri olmaksızın yurt dışına gitmek, oralarda yaşamak istiyorlardı. Bunlar, bırakın yurt dışını sevmeyi, yurt dışından hem çekinmekte, korkmakta, hem de yurt dışının zorluklar ve tehlikelerle dolu bir dünya olduğunu bilmekte, bilmiyorlarsa bile sezmekteydiler.

Kim bilir nelerle karşılaşacaklardı.

Bütün bunlara rağmen hep yurt dışına gitmeye çalıştılar. Bunların yurt dışına gitme hevesleri ve pratikleri sosyoloji bilimi bakımdan “ekonomik” olarak nitelendirilir ve öyle kategorize edilir. Sonuçta yurt dışlarına “ekonomik göç”ler yaşanır. Bunlardan bir tanesi de Avrupa’nın güney ülkelerinden Avrupa’nın orta ve kuzeyine yaşanan “Akdeniz Göçü”dür. Geçen yüzyılın ikinci yarısındaki İkinci Büyük Savaş sonunda gerçekleşmiş en önemli toplumsal olaylardan biridir.

Oysa her göç, hem göç veren toplum için, hem göç alan toplum için, hem hem de göçün özneleri olan bireyler için, onlar için yararlı olduğu düşünülse de, her zaman bir travmadır, zorluktur. Yaşananlara insanı ve toplumu ihmal etmeden bakılması gerekir. Çünkü göçlerin insanlar ve toplumlar için taşıdığı esas anlam olumsuzdur ve hep böyle olmuştur. Bu, zorunluluğun dayatmasıdır.

Yurt dışına bu emekçi göçleri yanı sıra bilimciler ve doktorlar gibi mesleklerden insanlar da genellikle yurt içinde kazandıkları parayla geçinemedikleri gerekçesiyle yurt dışına gitmek istiyor olabilmektedir. 

Bu eğitimli kesim ülkemizdeki ekonomik durumdan etkilendikleri halde, “beyin göçü” diye farklı bir gruplandırmayla değerlendirilirler. 

Günümüzde yaşadığımız bu durum, 1940’lı yıllarda bir grup değerli ve ilerici akademisyen aydınımızın gerici baskılar karşısında ve Ankara Ünivesitesi’ndeki işlerinden atılmaları sonucu ortaya çıkan farklı bir beyin göçüydü. Bu siyaset alanıyla bağlantılı olarak yaşanmıştı. Cumhuriyet yön değiştiriyordu.

Gene yurt dışını sevdiğinden değil, alanında çalışma imkanına sahip olamadığından gitmek isteyen eğitimliler bulunmaktadır.

Her ne sebeple olursa olsun ülkenin yurt dışına insan kaybı ülkenin kaybıdır. Bu kayıp, kan kaybetmekte olduğumuz bir durumla aynıdır. Nitelikli kadrolarını ve aydınlarını kaybetmekte olan ülkelerin gelecekleri sorunludur.

Cumhuriyet Devrimi, 1930’lu yıllara doğru Cumhuriyet’in gelişmesine, ilerlemesine katkıda bulunmaları için yurt dışına yüksek öğrenim amaçlı olarak öğrenciler gönderdi. Bu öğrencilerin başarıları Türkiye’nin kurulmasını sağlamıştır. Önemlidir, sayıca bin kadar olan öğrencilerin hepsi eğitim-öğrenimleri bitince ülkelerine dönmüş ülkenin aydınları, bilimcileri, sanatçıları, akademisyenleri olmuşlardır. Vatanlarını, ülkelerini, insanlarını sevmekteydiler.

Sözü uzatmayalım, bu kadar lafın üstüne bir de Türkiye tahlili gereksiz olacaktır. Ama “yurt dışını sevme”nin ülkemizin tarihinde yaşanan başka bir dalga olduğundan söz etmek de yerindedir. Bu konu aynı zamanda belgelidir de. “Tarih”, belgesi yoksa tarih olamayacağı için, bu konu ayrıca önemlidir.

Osmanlı devletinin devam edemeyeceğinin ortaya çıktığı 19. yüzyılda Avrupa hayranlığı içinde olan üst kesimler arasında “yurt dışını sevme”, “yurt dışında yaşama hevesi” belirmişti. Ülkesine yabancılaşan bu kesimin özelliklerinden biri, Batılı insanı sevme, kendi insanını ise sevmeme durumuydu.

Her ülkede her zaman “yurt dışını” sevmek, Batı’ya ve Batılıya hayran olmak gibi bir özelliğe sahip bir insan grubu olabilir. Bu grubun mensupları ülkenin tarihsel şartları içinde belirli dönemlerde sayıca görece fazla ya da çok azdır. Bunu belirleyen etken, o ülkenin belli bir kesiminin insanlarının yurt dışını, yurt dışındaki belirli ülkeler grubunu olumlu bulmasıdır. Eğer o ülke bazı zor şartlar içindeyse “olumlu bulmalar” çoğalır.

Yurt dışını sevenlerin her sınıf kesiminden çıkması çok yadırganacak bir şey değildir. Olabilmektedir, çünkü her sınıfsal konum için farklı nedenler bulunur. Örneğin, çok parası olanlar yurt dışında seçtikleri bir ülkede istikrarlı ve güvenli bir hayat yaşayacaklarının hayalini kurmaktadırlar. Hele bu “çok paralar”ını oralara aktarmışlarsa yurt dışını, paraların aktarıldığı o ülkeyi sevmeye adeta mecburdurlar ve yurt dışına kapağı atma konusunda kendilerini planlamış bile bulurlar. Yurt dışı, her şeyden önce yabancı olmaktır. Çünkü herkes, kendi ülkesi ve ortamı dışında yabancıdır. Para sayesinde yurt dışında belki de yabancı olarak bile görülmeyecekler, hatta yabancı olmaktan tamamen bile çıkacaklardır.

İnsanlığın bir başka gerçeğini de böylece keşfediyoruz. Aşklar nasıl insanlar arasında yabancılığı ortadan kaldırıyorsa, “çok para” da aynı rolü oynamakta, para da yabancılıkları çözmektedir. Ülkemizde, hem aşkların, hem de paranın bu konuda benzersiz yakınlaştırma örnekleri verdiği yakın tarihlerde bizde de çok örnekle görüldü.

Orta kesimler diyebileceğimiz “çok paralı” olmayan grupların mensuplarında da bu yurt dışını sevme “yeteneği” bulunmaktadır. Bunlar yurt dışını çok iyi “tanımakta”, fakat kendini ve kendi yurdunu pek tanımamaktadır. Gitmek istedikleri ülkenin hakkında o kadar çok şey bilirler ki bilmedikleri çok az şey kalmıştır. Ancak bildikleri, o ülkenin/ülkelerin kendileri hakkında bilinsin istediklerinin tamamıdır. Zaten bu bilinsin istenenler, kendilerinin özel bir tanıtma ve propaganda alanıdır.

O ülkenin/ülkelerin kendileri hakkında bilinsin istemedikleri ise aslında o dünyanın asıl gerçekleridir. Örneğin, o ülkeler Batı ülkeleriyse, “kendilerini çok sevdikleri”, “kendilerini bütün dünyadan üstün gördükleri”, “Batılı olmanın ayrıcalık olduğunu sandıkları”dır. Bunları gizlemeye çalışırlar.

Bunların bilinmesi istenmeyenler arasındadır. Bunların yanında en önemlisi ise, ırkçılıklarıdır. Demokrasiyi yaşayan, üstelik kendilerine fazla gelen demokrasiyi demokrasisi olmayan ülkelere paylaştırmak isteyen bu ülkeler, ırkçı olduklarını inkar ederler, ırkçı olmadıklarına kendilerini inandırmışlardır. Oysa Batı dünyasında ırkçı olmayan bir ülke olmadığı gibi, ırkçılığın bulaşmadığı bir toplum da yoktur.

Geleceğini Batı ülkelerinde arayan bir gençlik grubu da bulunmaktadır. Sayıları gençliğin bütünü içinde çok az olmakla birlikte kendilerinden çok söz edilir. Dahası, bunların gençliğin çoğunluğu, temsilcisi, sözcüsü, hatta tamamı olduğunu sananlar vardır. Çünkü bu anlayışta olan gençleri “haklı” bulmakta olan orta yaşlılar ve yaşlılar da bulunmaktadır. Üstelik, bunların içinde onları bu konuda teşvik edenlere bile rastlanır.

Batı dünyası günümüzde kendisini göçlere karşı korumaya çalışmaktadır. Tutarsızlıktır ve saçmadır. Çünkü (sayıları az da olsa) kimi Batılı ülke nüfus yoğunluğu az olan ülkedir (Kanada, ABD, Avustralya), kimi ise yoğunluğu fazla olmakla birlikte nüfusun artmadığı ülkelerdendir. Nüfusları artmayan Batı ülkelerinin işgücü açığı büyümekte, genç nüfus oranı sürekli düşmektedir.

Dünyada ülkeler arasında uçurumlu olan gelir durumları sürdükçe göçleri önlemek mümkün değildir. Üstelik, uçurum derinleşmekte ve büyümektedir.

Alp HAMUROĞLU Yazdı.

Toplum24 / ALMANYA (Makale: 26 Temmuz 2023)

Paylaş

0 Yorum

Yorum Yaz

Yorum yapmak için giriş yapınız.