KAMBUR - Toplum24
KÖŞE YAZILARI

KAMBUR

Toplum24/ALMANYA (YazıYorum: 3 Aralık 2023)
Mehmet CANBOLAT Yorumluyor:
 
„...İNSANLARIN YARASI VE ENGELİ, YÜREĞİNDEDİR; ASLA YÜZÜNDE DEĞİL!...
 
Tarihini tam hatırlamıyorum ama, En az 30-35 yıl olmuştur.
Almanya'da görevlisi olduğum gazetenin işleri için, üç günlüğüne, müessesenin İstanbul'daki merkezine gitmiştim. Cağaloğlu, malum o dönemler Türk basınının kalbiydi ve tüm ulusal basının kalbi orada atardı. Bölge, nedense tüm gizemiyle, mürekkep kokar gibiydi. Veya ben öyle algılardım.
İşlerimiz bir günde bitince, geri kalan İstanbul'u sorumsuzca, randevular olmadan gezeyim istedim.
 
Üniversiteye hazırlıkta genç yıllarımdan altı ayımın geçtiği Fatih, Aksaray, Unkapanı, Eminönü bölgelerini dolaşmıştım. Akşam Cağaloğlu'nda kaldığım otele dönüş yolunda, Beyazıt bölgesinde, tıkış tıkış dükkanların dizili olduğu ve insanların akşam telaşı içinde makinanın dişlileri gibi, birbiri içinde kaybolduğu telaşlı bir ortamda duvarda bir sinema afişi dikkatimi çekmişti. Oyunculuk gücüne çocukluğumdan beri hayran olduğum ve yıllar sonra Beşiktaş Belediye Başkanlığı yaptığı yıllarda bir Alman gençlik grubuyla ziyaret bağlamında şahsen tanıştığım Fatma Girik'in, öfkeli ve savunma ruh haliyle gözlerime bakan büyük boy resmi vardı.
 
Afişte sırt kamburuyla bakıyordu, görebilenlere. Görme engelli müzisyen rolünde ise, Kadir İnanır vardı. Bir de, kötü adam rolünde Danyal Topatan ve kasabadan iyisi, kötüsüyle değişik insan karakterleri. Filmin adı da zaten tek bir sözcüktü: KAMBUR. Pasaj içinde bir sinemaymış. Hiç düşünmeden, girmiştim. İzleyici olarak sadece birkaç kişi vardı. Merhum Fatma Girik'in film boyunca bende bıraktığı izlenim, sadece hüzün ve yüreğimin ağladığına dair garip bir gözyaşı haliydi.
 
 
Kamburu olan ve bunun ezikliğiyle kendisiyle mücadele eden bir kadının değişken ruh halini hissettim. Çok duygusal ama toplumsal kimi gerçekleri, kadına ve özellikle engelli insanlara yönelik bakış açılarının kıyısında dolayan ancak anlayana önemli mesajlar veren, dönemine özgü önemli başarılı bir sinema yapımıydı bence. Filmin son karesine kadar kalarak izleyip çıkarken, alışveriş pasajının ışıkları hala yanıyordu ama, ben çevresine tutunarak dikkatli yürümeyi deneyen, ve sırtında bir kamburu da olan, iki büklüm olmuş, beyaz bastonsuz bir görme engelliydim sanki.
 
Düşünüyorum o gün günlerden 3 Aralık mıydı ama, şimdi farkındayım, bugün tam da 3 Aralık.
Engelliler için Farkındalık Günü. Günün ilk ışıklarıyla uyanıp, yabanda bir "Pazar" sessizliğini okumaya çalışırken, ne garip; yine kambur olduğumu hissettim birden.
Bedenimin bir kısmında başkalık duygusuna kapıldım. Beyazıt'taki o alacakaranlık, o sinema, o film ve Fatma Girik geldi aklıma.
Evet, bugün çok özel bir gün. BM - Birleşmiş Milletler Teşkilatı'nın bundan tam 30 yıl önce ilan ettiği ve engelli insan ve engelli yaşam ekseninde dikkat çekmeyi hedeflediği çok özel bir gün. Yani toplumu, toplumsal bir konuya odaklama ve biraz da farkındalık yaratma niyeti.
 
Özünde bir niyet yani! Daha doğru ifadeyle bir "Niyet Beyanı".
Değişen fazla da bir şey pek olmuyor doğrusu.
Yani Birleşmiş Milletler’in dünyada engelli insanların hayatlarını, engelsiz yaşayanlara hatırlatmayı, onların konumları üzerine birazcık düşünme, empati kurma ve onlarla dayanışma ruhunu güçlendirmeyi hedefleyen bir gündür, her yılın 3 Aralık günü.
 
Ne zaman 3 Aralık günü gelse, aklıma, garip bir şekilde, o film düşüyor işte! Neden bilmiyorum. 
Belki birşeylerin farkına o gün, Beyazıt'taki o sinemada farkına vardım.
Tekniğinden çok, ele aldığı konu bağlamında "engel" "yara" gibi, gizlediğimiz, utandığımız bir meseleye ayna tutması bağlamında unutamadığım bir tabloydu o film.
 
Fatma Girik'in oyunculuk ötesi bir güçle, toplumsal bir yarayı dışa vurma, ayna olma istencinin dışa vurumu bu bence. Yani konuya sahiplenme, içselleştirme istenci.
O günden beri bende de kaleme sarılıp, birşeylere dikkati çekme ihtiyacı doğuyor. Bir gazeteci olarak, bu güne özel bir önem vermeyi, daha çok insana bu farkındalığı hatırlatma telaşım başlıyor.
 
Fatma Girik'in yapım gereği sırtındaki büyük kamburundan ötürü, çevresinde hep horlanan, ötelenen bir genç kadının ruh halini yansıtması gibi, ben de sırtımda bir kambur var hissiyle yazmayı, toplumda engelli insanlar konusunda duyarlılık yaratmaya kendimce çaba harcıyorum.
Benimkisi de, insanın bedeninde göze çarpan, hissedilen bir yaraya, bir fiziki engele, çığlık olma gayreti...
 
Geçmiş yılların birinde yine 3 Aralık günü kaleme aldığım bir yazımı paylaşırken:
"Aslında böylesi toplumsal ve insani gerçekler, öyle bir güne sığdırılacak, bir gün ile geçiştirilebilecek mesele değildir."
demiştim ve bunu burada da bir kez daha yinelemek istiyorum.
 
Ancak şu da unutmamak gerekiyor:
Hayatın böylesine keşmekeşliği, acımasız karmaşıklığı ve elbette giderek artan toplumsal vurduymazlık gerçeği karşısında, „hiç yoktan iyidir“ diyor insan. Teselli buluyor yine de.
„3 Aralık - Dünya Engelliler Farkındalık Günü“ ve her yıl yine bu tarihte, çeşitli açıklamalar yapılıyor, eylemler gerçekleştiriliyor ve geleceğe yönelik programlar, hedefler açıklanıyor.
Bakıyorum, tüm yayınlarda her politikacı birşeyler söylüyor.
Ama biliyorum, 24 saatlik ömrü olan sözler bunlar.
 
Belki ertesi gün bütün bunlar unutulup, yine insanlar birbirine, kolaylaştırıcı olmak yerine, bir şekilde engel olmaya devam edecek. Devam edeceğiz.
Ama hiç olmazsa, böylesi bir farkındalık çabası bile insanı, hani bir parça da olsa, umutlandırıyor.
Engelsizlerin yılda belki bir kez hatırladığı bu özel engelli konumda bizzat bulunanlar ise, hemen her gün sınırlı ve zorlu yaşamlarıyla, farkındalık yaratmaya çabalıyor, çırpınıyor.
Aslında onların çok farklı birşey yapmasına gerek yok. Zaten, yaşam onu gösteriyor bizlere. Çoğu kez anlık görüp, geçiyoruz belki. Belki de hiç farkında bile olmuyoruz.
 
Unutmayalım; bu evrende herkesin, her canlı varlığın bir değeri, bir yaşama hakkı vardır.
Hem de kim olursa olsun ve ne olursa olsun.
Nefes alıp vermekten değil, kelimenin tam manasıyla yaşamaktan söz ediyorum. Gerçek anlamda bir "yaşama hakkı", demokrasi bilinciyle ölçülür bence.
Yani o bilinçle, dayanışma ve empati duygusu bir toplumda ya yükselir ya da düşebilir. Yani terazi, demokrasi bilincidir kanımca.
 
Hep söylerim ve 3 Aralık vesilesiyle, bir kez daha dillendiriyorum:
İnsanların engeli, yarası, yüzünde değil; yüreğindedir.
Bunu hissedemiyorsak, galiba bizler de, yaşamın gereklerinde engelsiz olsak bile, aslında yürekten engelliyiz.
Ne yazık ki, bunun, yani kendi ruhsal engelimizin belki de farkında değiliz.
 
Son sözüm: Sinema ürünleri ve tiyatro yapımları konusunda son yıllarda sanat adına biraz seçici olsam bile, Yeşilçama özgü, tipik gönül ilişkilerini de o meşhur ve genellikle bir türlü kavuşamayan iki yüreği öne çıkartan, duygusallığı bol bol resmeden "Kambur" filmini, birkaç yıl önce internet ortamında da yine ilgiyle izlemiştim.
Sizlere de tavsiye ederim.
İzleyin ve engelli olmanın derin dünyasına yol alarak, bir gün için de olsa, bugün engelli olun.
 
İzlediğim ve bugün sizlerle paylaştığım "Kambur" bir filmdi. Ancak, hayat o kadar çok engel ve engelli ile dolu ki...
Engelli olmanın ruh dünyasını biraz içinizde hissedin.
 
Dışarıda ne zaman bir engelli görsem, ya tekerlekli sandalyede, ya elinde bir beyaz bastonla, bakışlarımı kaçırasım geliyor. Haksızlığa isyan edesim geliyor.
Sanki görebildiğimden ötürü gözlerimden, yürüyebildiğim için ayaklarımdan utanır gibi.
Garip bir duygu.
 
O yüzden düşünürüm sık sık.
Hayat, empati ve karşınızdaki insanla anlayış kurabildiğimiz zaman, anlamlıdır bence.
 
 
 
Mehmet CANBOLAT Yorumladı.
Toplum24/ALMANYA (YazıYorum: 3 Aralık 2023)

Paylaş

0 Yorum

Yorum Yaz

Yorum yapmak için giriş yapınız.