NATO ZİRVESİ VE TÜRKİYE'NİN AB HAYALİ... - Toplum24
KÖŞE YAZILARI

NATO ZİRVESİ VE TÜRKİYE'NİN AB HAYALİ...

Toplum Gazetesi/ALMANYA (YazıYorum: 14 Temmuz 2023)

Mehmet CANBOLAT Yorumluyor:

NATO ZİRVESİ… TÜRKİYE’NİN ZAFERİ… AB HAYALİ…

…ve her zamanki gibi, bu sefer de beklenen oldu.

AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye adına yine keskin bir U-dönüşü yaparak, aylardır -düşman ve nifak kuluçkası- olarak tanımladığı İsveç’in NATO üyeliğine yeşil ışık yaktı.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin de (TBMM) Erdoğan’ın aldığı bu karara, kanunlara göre onay vermesi gerekiyor.

Ama sağduyuyla düşünelim. Ülkenin ve parlamentonun içinde bulunduğu koşullarda, TBMM’nin, Erdoğan’ın aksine, uluslararası arenada O’nu küçük düşürecek aksi bir kararı alması nasıl mümkün!!! Mümkün mü?

Geçelim…

Ankara’nın bu olumlu çıkışı tabii ki Zirve’ye katılan NATO üyesi ülkeleri mutlu etti. Katılan tüm liderler, gülümseyerek Erdoğan’ın yüzüne bakıp elini sıktı ve sırtını sıvazladı. Yaşlı Kurt Joe Biden bile, NATO için, dünya için Türkiye'nin „ne kadaaaaaarrrr önemli güvenilir bir muhatap güç“ olduğunu gösterdiğini ağdalı sözlerle ima etti.

Erdoğan da bu durumdan çok memnun ve etrafındaki yanlı ekiple birlikte „sözünden dönen“ türden bir tutumu, bir hayali, elindeki yüzde 95’lik medya gücüyle Türkiye kamuoyuna „Zafer“ olarak pazarladı. Halk mutlu.

Neden diye sorduğunuzda „Türkiye istediğini kopardı“ türünden şeyler.

Bir havai fişek gösterisi eksik yurtta.

Belki Erdoğan’ın yurda dönüşünde bu da olur.

Olur mu?

Olur mu olur!

YİNE AYNI TEMENNİ… AYNI HAYAL.. AYNI MASAL…

Türkiye’nin yarım asırlık AB üyeliği, yeniden gündemde.

Zamlar, hayat pahalığı, işsizlik, dalga dalga, toplumun geniş kesimlerini inim inim inletirken, aynı çoğunluğun narkozlanmış gibi „zafer“ havasına bürünmesinin ruh halini, inanın çözemiyorum ve bunu anlatmayı da, ruh uzmanlarına bırakıyorum izninizle.

NATO’ya üye olmak için başvuruda bulunan yeni bir ülkenin, güncel örneğiyle Finlandiya ve İsveç’in dilekçesinin kabul görmesi için, uluslararası anlaşmaya göre, tüm üye ülkelerin eksizsiz yeşil ışık yakması gerekiyor. NATO’nun ana kuralı bu.

Ankara, bilindiği gibi, Finlandiya için „evet“ derken, İsveç’in „PKK ve FETÖ terör örgütleri mensuplarını koruyup kolladığı“ gerekçesiyle, üyelik başvurusuna birkaç kez „hayır“ çıkışını göstermişti.

Ne oldu bilinmez ama, Erdoğan, Litvanya’nın Rusya sınırına 300 km uzaklıktaki Vilnius kentinde 11-12 Temmuz günleri gerçekleşen son NATO Zirvesi’nde, düne kadar sergilediği „redçi“ tutumu bırakıp, „yeşil ışık“ yakıverdi.

Bu durum şimdi „diplomasinin büyük zaferi“ şeklinde değerlendiriliyor ve bir güzel de pazarlanıyor Türkiye’de. „Erdoğan’ın gücü işte böyle bir güç!’“ „Bir kez daha kazandık“, „Zafer… Zafer… Zafer…“ söylemleri, her yandaş açıklamada göze çarpıyor. Sırada -AB’ye tam üyelik var…- deniyor.

„Bekle Avrupa Bekle… Türkiye Geliyor, Türkiye…“ naralarını duyar gibiyim.

VİLNİUS ZİRVESİ 2023

Günümüzün en geçerli akçesi, maalesef algı operasyonu. Ne kadar yığınsal propaganda yaratırsan, o kadar güçlü yapıyor, lideri. Yoğun bir toplumsal terapi sürecindeyiz anlayacağınız.

Bunun adı ise: „En zor günlerde, en büyük çıkmazlarda bile, güçlü olduğuna inanmak…“

İtiraf edeyim, AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti’nin 21 yıldır elinde hamur gibi yoğurarak, keyfince istediği şekle dönüştürmede oldukça mahir bir şahsiyet olduğunu kimse inkar edemez. Bu konuda kararlı gidiyor. Ama ülkeyi nereye sürüklediği de, açık seçik görülüyor.

Ancak bu gidişin sonu, Vilnius Zirvesi’nin ardından Türkiye kamuoyuna yayılan propagandalarda olduğu gibi, asla AB tam üyeliği olmayacak. Olamaz da. ASLA!

Çünkü AB’ye üye olabilmek, Vilnius Zirvesi’ne yönelik uydurma masallardan, hayali ürünlerden geçmiyor.

Neden mi? Anlatalım:

KOPENHAG KRİTERLERİ…

Avrupa Birliği’nin kuruluşundan beri özenle işlene işlene değer haline gelmiş önemli şartları var. Ki bu şartlar da, sonuçta, olmazsa olmaz temel koşullar olarak biliniyor. Yani bunun da adı „Kopenhag Kriterleri“ oluyor.

43 yıldır Almanya’yı yurt edinmiş ve bir o kadar Avrupa’da gazetecilik yapan, Batı toplumuna özgü siyasi toplumsal hareketliliği, gelişmeleri birebir izleme fırsatı olmuş bir anlamda „zaman tanığı gazeteci“ olarak iddiayla söylüyorum:

Kopenhag Kriterleri, Topluluk üyesi ülkelerin tamamı tarafından oybirliğiyle geçersiz kılınmadığı sürece, iddia ediyorum; Türkiye ağzıyla kuş tutsa bile, AB’ye üye olamaz.

Çünkü aksi bir karar, Avrupa Birliği’nin Anayasası’na göre, adeta büyük bir suçtur. Bir anlamda ihanettir. Bunu hiçbir Topluluk üyesi göze alamaz ve düşünemez de… Kıyısından köşesinden yontmaya, kırpmaya, suistimal etmeye kalkışan kimi ülkelerin başbakanlarının aşırı inatçı tavırlarından ötürü düştüğü durumları ve yaptırımları da hatırlatmak isterim.

Yani Topluluk Anayasası’na ters düşmenin bedeli, o toplumu kısa sürede acıtmaya başlar ve birlik içinde izolasyona sürükler.

Bu kadar yaşamsal önem taşıyan ve takvimlerin 1993 yılı 22 Haziran gününü gösterdiği gün, Danimarka’nın Kopenhag şehrindeki AB Zirvesi Görüşmeleri“nde karara bağlanmış olan, „Üyelik Tapu Belgesi“ şeklinde tanımlayabileceğim Kopenhag Kriterleri nedir acaba?

Ana başlıklar halinde şöyle özetleyelim isterseniz. Ve yine dilerseniz, politik, ekonomik ve Topluluk kuralları gibi üç temel sütun üzerine oluşturulmuş önemli koşullar ışığında, Türkiye’nin bugünkü mevcut dokusunu gören, bilen ve bizzat yaşayanlar olarak, AB’ye üye olup olamayacağına ben değil, ne olur, siz kendiniz karar verin.

POLİTİK ÖLÇÜTLER:

Demokrasi olgusu en başta geliyor. Ve elbette insan haklarına saygı isteniyor. Bununla birlikte hukukun üstünlüğü ve ülke sınırları içinde yaşayan azınlıklara saygı ve eşit muamele ilkeleri, tartışmasız vazgeçilemez bir şart olarak benimseniyor.

Bir diğer deyişle, ülkenin gerçek anlamda demokratik ve çok partili bir sistemle idare ediliyor olması şart koşuluyor. Avrupa Konseyi İnsan Hakları ve bir de Çocuk Hakları gibi iki önemli sözleşmede yer almış tüm maddelerin, koşulsuz benimsenmesi de, üyeliğe talip ülkelerden mutlaka bekleniyor.

EKONOMİK ÖLÇÜTLER:

Bir aday ülkenin sahip olduğu demokrasi sisteminin sağlığı kadar, ekonomik sağlığının da dört dörtlük olması isteniyor. Yani arz talep dengesinde ve elbette fiyatlarda istikrar, ticari hayatın liberal ve özgür, fikri ve sınai mülkiyet haklarının güvencesini sağlayan yasaların mevcudiyeti, ülkede izlenen ekonomi politikaların uygulanabilmesi için, orada geniş bir düşünce ortaklığının mevcut olması, para piyasasının, mevcut birikimleri yatırıma yönlendirebilecek kadar güven verebilmesi ve gelişmiş olması, şirketlerin rekabet koşulları dikkate alınarak, gelişen teknolojiye ayak uydurabilecek kadar manevra gücünün olması … gibi gibi somut gerçekler büyük önem taşıyor.

TOPLULUK ÖLÇÜTLERİ:

Siyasi ve ekonomik kriterlere paralel, üye ülkelerin AB’nin Üst Yasaları diye bilinen kanunlarına da uyum sağlaması şartı aranıyor. Bunlar arasında ortak güvenlik ve ortak dış politikaya üyelik şartı gereği „evet“ denmesi ve ulusal yasaların Topluluk ortak normlarına uyumlu hale getirilmesi, üyelik şartları arasında temel bir „olmazsa olmaz“dır.

Bununla birlikte ortak pazar diye tek bir pazarın üyesi olmak, Gümrük Birliği, mal ve hizmetlerin ve elbette sermayenin serbest dolaşımına da „evet“ demek gerekiyor.

Bununla birlikte Tarım, iletişim ve bilgi teknolojileri, çevre, ulaşım, enerji, taşımacılık, tüketici hakları, adalet ve içişleri, işgücü ve sosyal haklar, eğitim ve gençlik, vergilendirme, istatistik, bölgesel politikalar, genel dış ve güvenlik politikası gibi bir dizi yaşamsal alanda, Topluluğun her türlü düzenlemesine uyum sağlanması gerektiği de iyi biliniyor ama, elçiye zeval olmaz; biz yine de buradan kısaca hatırlatmış olalım.

YA UYUM YA DA TORUNLARA MASALLAR…

Şimdi eğri oturup doğru düşünelim, doğru konuşalım biraz da.

Yukarıda üç ana başlık halinde özetlemeye çalıştığım ve AB’nin tarihçesinden bugünlere kadar gelişimini, bundan 22 yıl önce adeta bir yurttaşlık bilgisi gibi kaleme almayı denediğim kitabımda, bu meselenin geniş ayrıntıları var.

İçeriğinin büyük bir bölümünün, bugün bile güncellenmesine ihtiyaç duyulmayacağına, aynen geçerli olduğuna inandığım „AB… Bir Hedef… Bir Düş… Zorlu Bir Yol…“ adlı kapsamlı belgesel türlü eski bir kitabıma ve orada yazdıklarıma bakarak soruyorum:

Türkiye, isterse Moskova’yı bile NATO’ya ve AB’ye alsa da, ve geri kalan ne kadar bilmem ne teşkilatı olsa da, alayı birden oraya tam üye olarak kabul edilse de ve hatta Ankara buna da „Evet“ dese bile, ülkemizin mevcut kendi öznel toplumsal ekonomik, politik durumundan ötürü Topluluğa tam üye olabilir mi?

Asıl soru bu işte.

Yanıtı siz verin.

Ya değişeceksiniz çağın ve hedefe ulaşmanın koşulları gereği…

Ya da Erdoğan’ın Vilnius Zirvesi sonunda „temenni“ olarak ifade ettiği AB’ye tam üyelik masallarını dinlemeye ve ileride artık kendi torunlarınıza bir „masal“ olarak anlatmaya siz de devam edeceksiniz.

Bu kadar basit.

ERDOĞAN YARIN, BİR GECE…

Ama ben de nicedir gerçek olmasını düşleyip durduğum bir hayalimi, son olarak burada paylaşmadan edemeyeceğim.

Diyelim ki;

AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’ye yorgun argın döndü ve akşam başını yastığa koydu koymasına ama, nedense uyku tutmadı. Sağa sola dönerken, kendi kendiyle sohbet etme ihtiyacı duyuverdi. Mesela dedi ki:

„…Ey sevgili kardeşim Erdoğan. Yıllardır ülke siyasetindesin. Bu sistem sayesinde gelebileceğin en üst noktaya geldin. Bu memleket, seni demokrasinin gücüyle, devletin başına bile oturttu. 21 yıldır, ülkeyi tek başına yönetiyorsun. Biliyorum, şu, şu, şu konularda hata yaptın. Olabilir. Hatayı herkes yapar. Ancak önemli olan, aynı hatayı, sence iki sarhoştan biri olan İsmet Paşa’nın dediği gibi, tekrarlamamaktır önemli olan. Sana akıl vermeye kalkanların uzağına düştün belki de. Şimdi bu hatalar, inanan bir insan olarak seni de mutlaka üzüyor. Farkındayım. Bunun hesabı, öteki dünyada sorulur. Çoğu insan bu bilmeden aldığın hatalı, yanlış kararlar yüzünden senden de sorulacaktır. Bak sağlık durumunda pek iyi gitmiyor. Dünya alem bunu görüyor. Allah gecinden versin, yarın bir gün Tanrı’ya sığınmak zorunda kalabilirsin. Gel şu, sana da ters gelen bilerek bilmeyerek yaptığın kimi yanlışlarından ötürü toplumdan bir helallik daha iste. Bir şey olmaz. Helallik istemek, özür dilemek de bir erdemdir. İnsani bir olgunluktur. Şimdi belki bunu bir „onur meselesi“ olarak algılayabilirsin. Anlıyorum seni. Ama gururdan ötürü özür dileyemiyorsan, ülkenin önünü açmaya başla çaktırmadan. Mesela demokrasinin kapılarını aç usul usul. Mesela parlamentoyu özgür bırak. Muhalefetin sesine kulak ver. Liderleri topla. Onlarla ülke meselelerine bundan böyle birlikte çözüm aramaya davet et. Toplumu kucakla. Kırdığın kalpleri onar. Devletin olanaklarını „itibardan tasarruf olmaz“ zihniyetinden vazgeçip, halkın lehine kullan. Cezaevlerinde yok yere, hala hazırlanmamış küllenmiş dosyalardaki sözde iddianameyi bekleyen tutukluların, aydınların serbest bırakılması için, Türk yargısına „Özgürsünüz. Karışmıyorum artık“ ışığını ver. Yanındaki hokkabaz danışman bozuntularını uzaklaştır usulüne uygun biçimde. Mağdur olmuş, hayatı yasaklardan bitmiş insanların gönlünü al. Haklarını teslim et. Ülkemizin gözbebeği Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gerçek işlevine dönmesi için  gerekli yapılanmayı işaret et. Bu yolun önünü aç. Mustafa Kemal Atatürk’ün „Yurtta Sulh. Cihanda Sulh“ ilkesini, gurur meselesi yapmadan, vicdanının sesini dinleyerek, doğrudan veya yapamıyorsan, anlıyorum yine, dolaylı şekilde öne çıkart. İpleri gevşet. Milletine olumlu mesajlar ver. Dışlama öteleme değil, yakınlaşma, barış ve bütünlük çağrıları ver… Türkiye Cumhuriyeti özgür, demokratik bir hukuk devletidir ve bu hep böyle payidar olacaktır…“

Başka de diyeyim ki… Gerisini siz tamamlayın.

Hep söylenir. „Hepimiz faniyiz“ diye. Doğanın acımasız kanunudur. İnsan ömrü sınırlıdır. hani gelecekte güzel sözlerle yadedilmek de güzel bir duygu her insan için. Bu yasa, herkes için olduğu gibi, elbette Erdoğan içindir de.

Bu düşümü Erdoğan gerçekleştirirse, ne olur acaba? diye soruyorsanız yanıt açık!

Türkiye halkı mazlumdur. Kırk kötülük yaşamışsa bile, bir iyilikle fit olur.

Onu tarihe yazar. İlah olur ilah!

Son bir not:

Kimse yanlış anlamasın.

Avrupa Birliği’ne de ihtiyacımız kalmaz inanın.

Biz bize yeteriz.

Türk milleti olmak, aynı bir gerçek, farklı ve özgün bir haslettir çünkü.

Ne dersiniz?

Mehmet CANBOLAT Yorumladı.

Toplum Gazetesi/ALMANYA (YazıYorum: 14 Temmuz 2023)

Paylaş

0 Yorum

Yorum Yaz

Yorum yapmak için giriş yapınız.