TÜRKİYE VE VİCDAN MUHASEBESİ - (Mehmet Canbolat Yorumluyor) - Toplum24
KÖŞE YAZILARI

TÜRKİYE VE VİCDAN MUHASEBESİ - (Mehmet Canbolat Yorumluyor)

Toplum24 / ALMANYA (YazıYorum: 29 Kasım 2023)

TÜRKİYE VE VİCDAN MUHASEBESİ

Türkiye Cumhuriyeti’nin sanki mezara kadar Cumhurbaşkanı olmak için tüm gerekleri adım adım hazırlayan Recep Tayyip Erdoğan, gözleyebildiğim kadarıyla, ilginç bir kişilik.

Bir psikolog değilim ama, yarım asıra yaklaşan süredir gazetecilik mesleği sayesinde insanlarla uğraşı içinde olan biri olarak, bazen karşılaştığım veya kamuoyuna malolmuş insanların sözleri veya davranışlarının sebep ve sonuçlarını da düşünüp anlamaya ve kendimce bir yargıya varmaya da çalıştığım olur zaman zaman.

Erdoğan da bunlardan biri. İlginç bir kişilik.

İyimser yönüm öne çıkıyor. Sanki sürekli bir vicdan muhasebesi içinde bir şahsiyet olarak görüyorum O’nu. Hem de hiç beklenmedik anlarda bunu sergiliyor. Yer yer dolaylı, yer yer de doğrudan.

Hemen hepimizin bildiği şeyler aslında gözlemlerim.

Bilerek mi yapıyor yoksa bir siyasetçi manevrası mı bütün bunlar? Çözmeye çalışıyorum.

Hatırlamaya çalışalım:

Ortada bir sebep yokken bir konunun fitilini ateşleyiveriyor. Mesela İstanbul’da, dikine betonlaşmayı kastedip, çevreyi, İstanbul’un ruhunu bozan böylesi yapılaşmaya karşı çıkıyor. Önüne geleni suçluyor. „Bu katliamda hepimizin sorumluluğu var. Benim de var.“ diyebiliyor.

Veya hiç beklenmedik bir anda, bir vatandaşın ödemekte zorlanacağı kira bedelini duyunca, ev sahiplerine verip veriştiriyor. „Vicdansız bunlar. Kira bedeli bir çırpıda üç katına nasıl çıkartılır?“ diyebiliyor.

Halktan, yoksuldan yana bir vicdan muhasebesi.

Bu örnekleri siz de istediğiniz kadar çoğaltabilirsiniz.

Oysa Sayın Cumhurbaşkanı bilmemezlikten gelemez.

Çünkü devlet dümeninin en başında O oturuyor.

Yaşamın her alanında hayat pahalılığı inanılmaz bir hızla artıyor. Bunun sorumlusu, tarladaki, atölyesindeki üretici mi? Veya aracı olan satıcılar mı?

Kim sorumlu olursa olsun,  sonuçta tek sorumlu güç, tepedeki isim olur. Yani ülkeyi yönetme iddiasında olanlardır. Daha doğrusu olandır.

Bir ülkede devlete ait tüm üretici tesis ve kamu kaynakları, sıcak para sevdasıyla, haraç mezat iç-dış yandaşlara babalar gibi özellikle yandaşlara satılınca, o ülkenin bugüne değin, zor nefes alsa da ayakta kalması bile mucizedir bence.

Ama artık görüyorum. Su bitmiş, kara görünmüştür.

Devletin gemisi, tıpkı son günlerde fırtınaya yakalanmış gemilerin azgın sularla boğuşarak karaya vurmasını, deniz felaketlerini andırıyor.

Özetle söylemem gerekirse: tablo hiç de iç açıcı değil.

Emekli büyük bir sefalet ile yüzyüze.

İşçiler, karın tokluğuna çalışmaya bile razı. Bir kuru somun ekmeği evine götürmekten başka bir şeyi düşünemeyen insanlar, her gün kimi televizyonlarda, sosyal medya alanlarında „açız, aç!“ diye bas bas bağırıyor.

Bu insanların gözyaşını görüyor mu acaba Sayın Cumhurbaşkanı?

Kadınların şiddete maruz kalma kabusu olmadan yaşama istenci ve yıllardır „İstanbul Sözleşmesi“nin uygulanması için coplanmayı, biber gazını, insanlık dışı davranışları bile göze alması, kız çocukları olan Erdoğan için bir şey ifade ediyordur herhalde…

„Saray“ diye adlandırılan adliyelerden, yargıdan hak arama konusunda umudunu iyice yitirmiş artık insanlar.

Sokaktaki vatandaşlardan yükselen görüşler, bunun en somut göstergesi.

Cezaevleri dolu. Çeşitli suçlardan, belki istemeden suça itilen insanlar cezaevlerinde gün sayıyor. Çooook uzak bir umut olsa bile, ruh halleri böyle.

Bunlar yetmiyormuş gibi, düşüncesinden ötürü bir yasa maddesi kılıfına uydurularak, adeta demir parmaklıklar arkasında susması istenen aydınların, siyasetçilerin ve gazetecilerin durumuna ne demeli?

Tarikatlar, eğitim düzeninin temelinde dinamit koymuş. Patlamasına az kalmış gibi, eğitim emekçileri, herşeyi göze alarak meydanlarda sürekli uyarı nitelikli çığlık atıyor.

Doktorlar, akademisyenler, bu ülkeye büyük maliyeti olan genç beyinler, teknik işgücü artan oranda yurtdışına kapağı atıyor. Cumhurbaşkanı ise, onları durdurmak, ülke sevgisini özendirmek yerine, „Giderlerse gitsinler.“ diyebiliyor.

Belki Türkiye önemli bir gelişmenin farkında değil ama, yurtdışından dudağımı ısırarak, gözlüyorum. Mesele şu günlerde Almanya’dan iltica hakkı talebinde bulunan yabancıların en başında Türk vatandaşları geliyor.

Gerekçe ortak: „Türkiye özgür değil. Yaşanılacak bir ülke olmaktan çıktı.“

Yabancı sermaye ise nicedir altını çiziyor. „Türkiye’de demokrasi askıda. Hukuk devleti yok. Sermaye getirsem, günün birinde hukuki bir durumda, hakkımı mevcut yargının tek elden yönetilen anlayışına nasıl güvenebilirim?“ diyor Batılı sermaye çevreleri.

Yaşamın her alanında bir yozlaşma yaşanıyor.

Varsıl-yoksul uçurumu inanılmaz boyuta gelmiş.

Varsıllık öyle ayak boyuna düşmüş ki,, sosyal medya fenomenlerinin, sonradan görme bayağı tiplerin „kara para aklama“ olduğu söylenen itici soytarılıkları, aslında ülkedeki çürümüşlüğün tüm boyutlarını ortaya koyuyor.

Türkiye Cumhuriyeti’nin geldiği bu „çürümüşlük“ tablosu karşısında, devleti devlet yapan her kamu organını „benim“ diye gururla tanımlayan Cumhurbaşkanı ne düşünüyor acaba? Nasıl bir „vicdan muhasebesi“ içinde?

Ülkenin 21 yılda geldiği noktaya bakarak, akşamları başını yastığa koyduğunda ne düşünüyor? Veya düşünüyor mu?

Bir yudum da olsa, bir „vicdan muhasebesi“ yapıyor mu? Mesela „Ben alıştığınızdan farklı bir Cumhurbaşkanı olacağım“ sözünü hatırlayarak, amacına adım adım ilerlemesini görerek, özgün bir gururla huzur içinde mi uyuyor? Eseriyle övünç mü duyuyor?

Yoksa, bir yudum da olsa, „vicdan muhasebesi“ yapma ihtiyacı hissediyor mu acaba?

Kimbilir!

Keşke imkan olsa da, Erdoğan’ın beynini okuyabilsem…

Türkiye’nin bugününü yorumlarken, geleceğini okuyabilmek için…

Herşey işte o beyinde başlayıp bitiyor da ondan.

Keşke…

Mehmet CANBOLAT Yorumladı.

Toplum24 / ALMANYA (YazıYorum: 29 Kasım 2023)

Paylaş

0 Yorum

Yorum Yaz

Yorum yapmak için giriş yapınız.