TÜRKİYE'DEN BATI'YA BEYİNGÜCÜ GÖÇÜ, TERSİNE DÖNÜŞTÜRÜLMELİ... YOKSA?.. (1. Bölüm) - Toplum24
KÖŞE YAZILARI

TÜRKİYE'DEN BATI'YA BEYİNGÜCÜ GÖÇÜ, TERSİNE DÖNÜŞTÜRÜLMELİ... YOKSA?.. (1. Bölüm)

Toplum24 / ALMANYA (YazıYorum: 18 Aralık 2023)
 
Türk ulusunun parasıyla yetişmiş doktorlarımızı, Avrupa’ya kaptırıyoruz. Sıfır maliyetle adeta onlara hediye ediyoruz. Buna "DUR" diyecek birisi çıkması lazım…
"...HER BİR YENİ BEYİN GÖÇÜ, TÜRKİYE’DE YOKSULLUK,
MİLLİ GELİR KAYBI VE ERKEN ÖLÜM DEMEKTİR..."   (1. Bölüm)
 
„Anasını da alıp gitmesi..!“ tavsiye edildi önce.
Mersinli bir çiftçi, tarımda temel sorunlarını anlatıp, hükümetten çözüm isterken bu sözü duyunca neye uğradığını şaşırdı, ezildi ve düşündü.
Git dendi gitmesine ama, nereye gidecekti k!
O’nun kendi toprağından başka gidecek bir imkanı yoktu çünkü.
 
Kendi toprağını satıp, „lanet olsun!“ diyerek, vatanına toprağına küserek, bir başka ülkede nasıl tarımla uğraşabilirdi ki!
Mersinli çiftçi anasını alıp gidemeden, anası bir gün gidiverdi. Yaşamını yitirip, öteki dünyaya göç etti.
O çiftçi, bilen var mı? Nerede şimdi?
„Giderlerse hemen gidebilecekleri...“ tavsiye edildi.
Bu lafın muhatabı ise, bu kez çiftçiler değil, doktorlardı.
„Giderlerse, analarını da alıp gidebilecekleri...“ denmediği için, annelerini, hatta varsa eş ve çocuklarını geride bırakıp, yalnız gitti onlar.
Hekimlerimizin en çok tercih ettiği ülke ise, Türk nüfusunun yoğunluğu da dikkate alındığında Almanya oldu. Bu konuyu gerek bir gazeteci gözlemiyle, gerek, bir sağlık sorunum nedeniyle, bir süre önce bir hafta kaldığım hastanede birebir yaşadım.
 
 
Günlük yaşamın içinde artık son yıllarda Almanya’nın dört bir noktasında, Türkiye’den gelen genç beyinler ile, genç Türk doktorlar ile karşılaşmaya başladık.
Zaman zaman ayaküstü soru yanıtla geçiyor bu tanışmalar bazen de uzun bir sohbete dönüşüyor konuşmalar. Konumuz dönüp dolaşıp elbette Türkiye’ye geliyor.
 
Çoğu gönülsüz gelmiş buralara. Ancak ülkenin sürüklendiği bugünkü noktada, eğitimli insan olarak itibarsızlaştırılmayı yaşamaya başlayınca, gidişatın düzelmeyeceğini düşünerek, devletin tepesindekilerin de tavsiyelerine uyarak, „giderlerse gitsinler!“ sözüne uymuşlar.
İyi ki, sosyal erişim iletişim alanları var. Ve genç kuşaktan insanlar, bu ağı çok iyi kullanıyor. Genç beyinler, günümüz teknolojisine çok uyumlu ve çok kısa sürede kendi içlerinde sosyal erişim alanlarını kullanarak çok kısa sürede iyi örgütlenmişler.
 
Örneğin „Whatzup“ denilen hızlı haberleşme alanında sayısız, ağ oluşturulmuş. Diğer meslek grupları de benzeri örgütlenme içindeler. Böyle ortamlarda paylaşılan bir haber, bilgi, anında hedefine ulaşıyor. Hatta bu gruplar aracılığıyla, Türkiye’den çıkışın yol ve yöntemleri konusunda da kapsamlı bilgi transferi yapılıyor.
Bu yolla yurtdışına çıkan Türk hekimlerin sayısı önemli bir boyuta ulaşmış.
Çalışıyorlar. Henüz işbaşı yapamayıp, sıra bekleyen, ya Almanca dil kursuyla, ya tıp bilimi dilini öğrenmekle veya denklik sınavına hazırlık döneminde gün sayan, yeniden öğrenme sırasına oturan ve en az bir yıl süreyle bu hazırlık dönemine katlanan, denklik sürecini başarmak isteyenlerin sayısı ise, hiç de az değil. Bütün bu süreç, ayrıca oldukça pahalı bir dönem. Bu konumda olanlar, maddi açıdan da biraz zorlanıyor.
 
 
Kimi zaman Türk basını üzerinden Türkiye’ye yansıyan haberlerde, sosyal medya kanalıyla yayılan paylaşımlarda, Almanya’ya gelen bu eğitimli ordumuzun, para ve mutluluk içinde yüzdüğü gibi anlatımlar, hikayeler görülüyor.
Adeta Türkiye’ye büyük bir hayal dünyası pazarlanıyor gibi.
Bunu son derece yanlış buluyorum.
Gerçekler, ne yazık ki, pek de öyle anlatıldığı gibi değil.
Çalışma dünyasına girebilmek ve para kazanabilmek için, uzun bir yolun katedilmesi, Almanya’da hekimlik yapabilmek için ağır koşulların yerine getirilmesi gerekiyor.
 
Bunu ayrıntılarını ise, Türkiye ile Almanya arasında yaklaşık 35 yıldır özellikle sağlık ve tıp bilimi dalında bir işbirliği ağı kuran sayısız projeyi yaşama geçirmiş, merkezi Giessen şehrindeki Türk Alman Sağlık Vakfı kurucu başkanı Prof. Dr. Yaşar Bilgin ile, uzun bir sohbetten önemli bilgileri, sürecin olumlu olumsuz yönleriyle birlikte uyarıcı boyutuyla yarınki yazımızda işlemeyi düşünüyorum.
Son 5-8 yıl arasında Türkiye’deki koşullardan rahatsız duyarak, yurtdışında çalışmaya karar verenlerin olduğu muhakkak. Bunun sayısı da gün geçtikçe artıyor. Bu da bir gerçek.
Almanya, Türk doktorların ağırlıklı olarak tercih ettiği ülke.
Bunun nedeni ise, Türkiye’ye en yakın nokta olması ve bu ülkede Türk nüfusunun yoğunluğu.
Yani çalışma koşullarının başka uzak ülkelere kıyasla daha uyumlu olabileceği gibi yaygın bir kanı var.
 
Ancak bu ülkenin pek bilinmeyen mesleklerin icrası ve istihdam şartları bağlamında önemli ve yer yer ağır ilkeleri de yer alıyor. „Made in Germany“ adının dünyada bir marka olması, öyle sıradan bir şey değil. Herşey en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş ve en küçük noktalar ile, yasalarla belirlenmiştir.
Beni uzun süredir düşündüren konu, sayıları artan Türk beyin göçünün bu gidişatıdır.
Olaya hep Türkiye açısından bakıyorum.
 
Her bir tek beyin göçü bile, Türkiye’de hizmetiyle, kazanıp harcamasıyla artıdeğer yaratmak varken, bu imkan gerçekleşmiyor maalesef. Çünkü, her bir beynin yurtdışına göçü, Türkiye’de en az üç yurttaşın biraz daha yoksullaşması demektir.
Her bir tek beyin göçü, Türkiye’nin milli hasılasında yeni bir delik açılması demektir.
 
Her bir tek göç kahramanımız, devlet bütçesinden ayrılan paralarla sağlanmış yıllar süren eğitimi alarak, gerçek beyin oluncaya kadar, onun devlete ve elbette topluma çok büyük mali yük olduğunu unutmayalım. Bu kıymetli beyinlerin, gittikleri ülkeye, örneğin Almanya’ya sıfır maliyetle hizmet etmeye başladıklarını, onların refahlarına hizmet ederek daha da artırdıklarını düşünelim.
Her bir beynin başka bir ülkeye göçtükçe, Türkiye’de kimbilir kaç insanın daha sağlık tarama ve bakımda yetersizlikten kötüleştiğini ve belki de erken öldüğünü düşünüyorum. Toplumun daha çok yoksullaştığını görebiliyorum.
 
 
Bütün bunları düşündükçe, her bir beyin göçünün, Türkiye’ye çok ağır bir maliyet getirdiğini, ulusça yoksullaştığımızı hissediyorum.
Bu beyin zenginliğini yitiriyoruz. Türkiye, toplumsal erozyon yaşıyor.
Oysa buna artık dur demek gerekir.
Gerekirse, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’de kendi yurttaşlarını küstürmekten, sağlık bekleyen vatandaşını Suriye’den Irak’tan, Afganistan’dan kaçmış, Türkçe bilmeyen hastalara emanet etmekten vazgeçip, Türk hekimlerini, kendi öz evlatlarını yeniden ülkeye davet etmelidir.
 
Gerekiyorsa, „Giderlerse gitsinler.“ sözünden ötürü özür de dileyebilmeli ve başka ülkelere sıfır maliyetle kazandırdığımız ve ülkenin toplumsal geleceği olan hekimlerimizi özendirmelidir. Onların çalışma koşullarını iyileştirmeli ve hekimlere yönelik şiddetin de önüne geçmek için, gereken tedbirleri aldırmalıdır.
 
Cumhur’un başına yakışan da bu olur. Birleştirebilmek önemli bir adımdır.
 
Ulusal birlik ruhunun yeniden tesisi için, ortada istenmeden yapılmış bir hata varsa, farkında olamadan dışlayıcı bir söz sarfedilmiş ise, gerektiğinde, dediğim gibi özür de dilenebilmelidir.
Ulusal birlik adına toplumsal ruh sağlığının yeniden sağlanması, gerilimin azalması için, özür, asla bir onur kaybı değildir. Karizma çizilmesi sayılamaz ve asla zul olarak görülmemelidir.
Hatayı, yanlışı görüp, yeni bir artı değer yaratmak için, özür dilemek, tükürdüğünü yalamak değil, bir erdem göstergesi olur bence.
 
Buna çok ihtiyacımız var çünkü…
Not: Yarınki sohbetimizde, Almanya’ya gelip çalışan, iş arayan, çalışma koşullarını yerine getirmek için bürokrasi mücadelesi içinde bocalayan hekimlerimiz gerçeğine farklı bir pencere açacağız. Türkiye’ye yansıtılan tablo ise, Almanya’daki somut gerçekler üzerinde duracağız.
Yukarıda da belirttiğim gibi, bu alanda en yetkin bir isim olan Türk Alman Sağlık Vakfı Başkanı Prof. Dr. Yaşar Bilgin’in önemli tesbitleri ve görüşleri ile…
 
 
Mehmet CANBOLAT Yorumladı.
Toplum24/ALMANYA (YazıYorum: 18 Aralık 2023)

Paylaş

0 Yorum

Yorum Yaz

Yorum yapmak için giriş yapınız.