TÜRKİYE'DEN BEYİN GÖÇÜNÜ KİM DURDURABİLİR? (2. Bölüm) - Toplum24
KÖŞE YAZILARI

TÜRKİYE'DEN BEYİN GÖÇÜNÜ KİM DURDURABİLİR? (2. Bölüm)

Toplum24/ALMANYA (YazıYorum: 19 Aralık 2023)
Mehmet CANBOLAT Yorumluyor:
 
„BEYİN GÖÇÜNÜ KİM DURDURABİLİR?..“ (2. Bölüm)
Dünkü böylesi bir sohbetimizde:
Türkiye’deki toplumsal atmosferin aşırı bulutlanmasından kaygı duyup, yaşadıkları baskıları, ötelenmeyi, şiddeti, liyakatsizliği dikkate alarak, hekimlerimiz başta olmak üzere, önemli oranda beyin gücünün, ülkeyi terkettiğine, kurtuluşu yurtdışında aradığına dikkati çekmiştim.
„…Türk ulusunun ödediği vergilerle yetişmiş genç değerlerimizi Avrupa’ya kaptırıyoruz“ diye çığlık atmıştım. Bu önemli toplumsal gücü, sıfır maliyetle adeta Batılı ülkelere hediye ettiğimizi vurgulayarak; Türkiye’den birilerinin çıkıp, bu duruma el koymasını ve „Beyin göçü“ne artık „DUR“ demesini önermiştim.
Ve eklemiştim:
„…HER BİR YENİ BEYİN GÖÇÜ, TÜRKİYE’DE YOKSULLUK, MİLLİ GELİR KAYBI VE ERKEN ÖLÜM DEMEKTİR…“
Türkiye’deki beyin gücünün göç niyeti, böyle giderse, önümüzdeki dönemde daha da artmasına kesin gözüyle bakılıyor.
2023 yılı başında yapılan bir açıklama da, ne yazık ki bize bu gerçeği gösteriyor. Örneğin Türk Tabipler Birliği'nin 2 Ocak 2023'te yaptığı bir açıklamaya göre, meslek teşkilatından „İyi Hal Belgesi“ talep eden ve belge verilen hekim sayısı 2022'de 2021'e kıyasla yüzde 91 artış göstermiş. Yani sayısal anlamda bir yıl kadar önceki sayı 2685 olmuş.
Aynı yılın ilk üç ayında ise, „İyi Hal Belgesi“ne başvuran hekim sayısındaki gözle görülür yüksek artış, doktor göçünün artış eğiliminde olduğunu gösteriyor.
 
 
Önü alınamayan ve hala "giderlerse gitsinler“ söylemi, ne yazık ki etkisini sürdürüyor. Hekimlerin çalışma koşullarının iyileştirilmemesi, toplumda yaratılan gergin ortamın, kılcal damarlara kadar kendini hissettirmesi, sağlık hizmetlilerine yönelik, görev başında gözlenen saldırılar, dehşet, dayak, darp, yaralama ve ölüm olayları, hakaretler, istemeyerek de olsa, hekimlerin Türkiye’den göç etmesini tetikleyen unsurlar.
Oysa bütün bu olumsuzluklar, giderilemeyecek şeyler değil. Herşey, toplumsal düzeni sağlamakla mükellef, toplumun tümünü eşitçe kucaklamakla sorumlu olan ve buna yetkin olan devletin elindedir.
 
Cumhurun reisi konumundaki Erdoğan, isterse, bu meseleyi bir çırpıda çözer bana göre. Ve hekimler başta olmak üzere, o ülkenin, o milletin kıt-kanaat vergileriyle eğitilmiş okutulmuş devletin gelecek için yatırım yaptığı bu genç insanları ülkede tutmayı başarır. Gidenleri bile geri getirebilir. Yeter ki istesin devlet.
Çalışma koşullarını iyileştirmek, onlara bir anlamda itibarlarını iade etmek, kendilerinin bu topraklar, bu millet için önemli olduklarını hissettirmek, çok zor olmasa gerek.
Evet, Almanya’da hekimler başta olmak üzere, son yıllarda Türkiye’den göç edip, Almanya gibi, Avrupa’nın Batı yakasındaki ülkelerde kendine gelecek arayan genç beyinlerimizin sayısı artıyor. „Ne pahasına olursa olsun“ diye karar verip, o güne kadar ki birikimleri ile, yola düşmüşler. Kimi ise aile desteğiyle, buralarda.
Hepsi Türkiye’deki huzursuz ortamı gerekçe gösteriyor.
Hepsi, gerginliğin hangi ülke olursa olsun, o ülkeyi yiyip bitireceği inancında.
Önce huzur diyorlar. „Yoksa ne işimiz var yaban ellerde?..“ diye de ekliyorlar.
 
 
Çoğu, yaşadıkları dil ve geçim zorluğuna rağmen, gençlik direnciyle halinden memnun olmayı deniyor. Bu arada kendi mesleklerinde ilk yabancı düşmanlığını yaşamanın şokunda olanlar da var. Ev kiraları başta olmak üzere, örneğin Almanya’da da hayat pahalılığının cep yaktığını birebir görüyorlar. Hani „biraz daha diş sıkmak“ gibi, sabır dileyip, direniyorlar. Kimi zaman yaban zorluğu diyerek, haksızlıklara da katlanmayı, içine atmayı deniyor.
Bu veya buna benzer tesbitlerimizi, neredeyse 50 yıldır birebir yaşayan, gözleyen, bu yanlışlıkların giderilmesi için çaba sarfeden, örgütlü projeler yapan bir isimle, sözkonusu bu yeni göç dalgasını derinlemesine konuşmak istiyoruz:
Bu kişi, Türkiye ile Almanya arasında yaklaşık 35 yıldır özellikle sağlık ve tıp bilimi dalında bir işbirliği ağı kuran, merkezi Giessen şehrindeki Türk Alman Sağlık Vakfı kurucu başkanı Prof. Dr. Yaşar Bilgin.
 
 
Özellikle hekimlerin istihdamı konusunu en iyi bilen ve hayatını adeta mesleğine ve meslektaşlarının sorunlarına, tıp bilimine adamış, deneyimli hekim Yaşar Bilgin, Türk doktorların yurtdışına göçüyle ortaya konan tablonun yanıltıcı olabileceğini söylüyor. „Güllük gülistanlık tablo“nun gerçeği yansıtmadığını düşünüyor. Prof. Dr. Yaşar Bilgin, son yıllarda yaratılan efsane türü hikayelerin doğru olmadığını belirtiyor ve görüşlerini özetle şöyle vurguluyor:
„…Almanya’da bir yabancı hekimin istihdam edilmesi, öyle „gider gitmez, hastaneler Türk hekimleri kapış kapış paylaşıyor, sözü kesinlikle doğru değildir. Çünkü, sağlık kuruluşlarının istekleri değil, ülkenin yasalarıdır belirleyici olan. Almanya’da hangi meslek dalında olursa olsun, iş yapabilmek için birkaç zorlu köprüden geçmek lazımdır. Hele tıp gibi insan yaşamını ilgilendiren bir alanda, mevzuat ince eleyip sık dokumaktadır. C1 denilen dil sınavını başarmak gerekir. Bu yetmez, sağlık konusunda kapsamlı mesleki özel dil için de kurslara katılmak ve sınavı başarmak şarttır. Bir diğer koşul ise, „Denklik“ sınavı denilen imtihandır ki; bu da en az bir yıl sonra başarıyla aşılması zorunlu olan bir dönemeçtir. Tüm şartların mesleki bilgi bağlamında aşılabilmesi, takdir edersiniz ki; aynı zamanda maddi bir gücü de gerekli kılıyor. O yüzden, zaman zaman Almanya standartlarında gerekli maddi gücü karşılamak, herkes için kolay olamayabiliyor…“
 
 
Prof. Dr. Yaşar Bilgin, Almanya’dan „Denklik“ başvurusu yapan yabancı hekimlerin maddi sorunlarını da sık sık gözlediklerini sözlerine ekliyor ve özellikle çalışamadıkları ve para kazanamadıkları dönemde, ellerindeki birikimleri tüketip, geri dönmek zorunda kalanları da örnekliyor.
Prof. Dr. Bilgin’e göre, yabancı hekimler için, denklik sınavını ilk etapta geçmek oldukça zor ve her sınav başına 2 bin Euro ücret de, kimi başvuru sahibi Türk doktorlar için zor olabiliyor.
Bu arada, Almanya’ya gelip denklik bekleme sürecini burada geçirenler arasında, imkan bulması halinde çalışmaları bir ölçüde mümkün ancak o da, mutlaka bir uzman doktor nezaretinde olabiliyor. Çalışma alanları ise, Türkiye’de örneğin deneyimli uzman bile olsalar, ancak ve ancak REHA Klinik denilen, sağlık merkezlerinde mümkün olabiliyor. Hatta buralarda reçete yazma yetkileri bile olamıyor.
Alman hekimler, Prof. Dr. Yaşar Bilgin’e göre, ilk işe başladıklarında 3.500 Euro civarında net aylık maaşı oluyor. Bu kazanç, haftada 40 saatlik normal çalışma süresinin yanısıra, aylık gece nöbetlerini de kapsıyor.
Prof. Dr. Yaşar Bilgin, sohbet sağlık sektörüne yoğunlaşınca, Türkiye’den dikkati çeker ölçüde hemşire ve hastabakıcıların da geldiğini hatırlatıyor.
 
 
Bilgin: „Ne yazık ki, bu sağlık personeli, iş bulduğu kuruluşlarda, ikinci sınıf eleman gibi muamele görüyor. Örneğin 4 yıllık Türkiye eğitiminden sonra Almanya’da iş bulan hastabakıcı ve hemşireler, brüt 2 bin Euro’ya çalıştırılıyor. Bu da yetmiyormuş gibi, son şans olarak bu mesleğe bulaşmış ve aynı serviste çalışan Alman emsalleri tarafından horlanıyor. Aşağılayıcı muameleye bile maruz kalabiliyorlar. Bunların örnekleri bizzat yaşadım. Tesbit ettiğim bir dizi dışlanma örneği var. Bunlar da Almanya’da madalyonun pek konuşulmayan bir diğer yüzüdür…“ görüşünü savunuyor.
Türk tıp uzmanı Prof. Dr. Yaşar Bilgin, iki ülkeyi kapsayan kıyaslamasında ayrıca, örneğin hemşirelik alanına girerek, „Türkiye’de hemşire eğitimi akademik kapsamda veriliyor ve süresi 4 yıl oluyor. Almanya’da ise, bu süre sadece 3 yıldır. Bir yıl fazla eğitim alınmış olmasına rağmen, Alman makamları, beş kuruş yatırım yapmadan, Türkiye’den ayağına gelenlerin diplomasının denkliği konusunda zorluk çıkartıyor.“ diyerek, bu sorunun kanayan ve insanı yıldırtan bir yara olduğunu da açık açık söylüyor.
Almanya’da tıp eğitiminin devlet sınavları ile son bulduğunu belirten Yaşar Bilgin, yabancı hekimlerin başvurduğu denklik sınavını Alman Tabipler Birliği’nin (Aerztekammer) yaptığını ve çoğu kez bu imtihanlarda
Gerekli olan soru katalogunun olmadığından yakınıyor. „Oysa bu iş insan hayatını kapsadığı için çok önemlidir.“ diyor. Bilgin ayrıca bu tesbitini yazılı biçimde Almanya’da Eyalet ve Federal Sağlık Bakanlığı’na da bildirdiğini ancak bir sonuç alamadığını ifade ediyor.
Prof. Dr. Yaşar Bilgin ayrıca: „..Türkiye’de en büyük sorun, uzmanlık veren hastanelerin YÖK tarafından tesbit edilmesi ve bunların sayısının da yetersiz olduğudur.“ diyor. Sağlık Vakfı Başkanı Yaşar Bilgin, uzmanlık eğitimi konusunda geniş kapasitesi olan özel hastanelerden yararlanılmamasını da eleştiriyor.
Bilgin: „…Türkiye’de uzmanlık alanı bulmak çok zor olunca, Türk tıp öğrencileri bu kez bu imkanı yurtdışında aramaya başlıyor. Keşke, Türk devleti, özel donanımlı hastanelerden de uzman hekim yetiştirmek için yararlanabilse…“ diyor ve Almanya’nın bu sorunu özel hastanelere de yetki vererek, çoktan çözdüğünü hatırlatıyor.
….
 
Evet, yineliyorum, hangi toplumda olursa olsun; beyin göçü, bir toplumun yakın geleceği için önemli bir kayıptır. Hayatın her alanı bundan etkilenecek ve yaşamın tüm katmanları sağlıksız gelişecektir. Bunun sonuçlarını ise, düşünmek bile istemiyor insan.
Biliyorum; hiçbir şey sebepsiz değildir. Bir ülkede, göç hayalleri varsa ve göç artık yaşanmaya başlamışsa, orada mutlaka bir sorun var demektir. Bu sorunların başında, huzur, güven ve elbette demokrasi meselesi vardır. Son yıllarda hekimlerimiz başta olmak üzere, birçok dalda yetişmiş beyin insanlarımız, toplumun gelecek sigortası olan bu değerler, umudu kendi ülkesinde değil, ne yazık ki dışarıda arıyor. Gelecek hayallerini, tasarımlarını, kendine doğurup büyüten, eğiten bu günlere getiren, vasıflı değer yapan anatoprağında değil de, yaban üzerine kuruyor.
Çok acı bir tablo. Çok düşündürücü.
Israrla, altını bir kez daha çizmek istiyorum:
Bu ülkeyi 21 yıldır tek başına yöneten Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türk toplumunun hayatının her alanını kendi şahsi meselesi olarak gördüğüne göre, beyin göçünü de kendi görevi, kendi sorumluluğu olarak görebilmelidir. Türkiye’nin geleceğini bir parça düşünüyorsa, bu göçü bir an önce durdurmalı, ve hatta gidenleri tekrar ülkeye davet etmelidir. Yani göçün sürecini tersine çevirmelidir.
Türkiye Cumhuriyetinin kıt kanaat imkanlarıyla, üniversitelerinde okumuş, finanse edilmiş bu beyin gücünü yeniden ülkesine geri kazandırmalıdır. Onların çalışma koşullarını da, gidenleri veya gitmek isteyenleri özendirici boyutta önlemeli ve gerekli huzur ve güvenli ortamı hazırlatmalıdır.
Erdoğan bu ülkenin Cumhurbaşkanıdır. Tüm yetkileri kendi elinde tuttuğuna göre, bu sorunu da çözebilecek güce sahiptir. Yeter ki istesin…
 
 
„Giderlerse, Gitsinler“ sözünün doğru bir tavır olmadığını farkedip, daha fazla geç kalmadan, gerekirse, bu anlık öfke ifadesinden ötürü, belki küçük bir dolaylı özür de ima ederek, beyin gücümüzün gönlünü almalı ve onların Türkiye Cumhuriyeti’nin, Türk ulusunun geleceğine yeniden kazandırmalıdır. Empati yaparak herkesin Cumhurbaşkanı olduğunu gösterebilmelidir.
Devlet adamı olmak, kimi şeyleri gerektiğinde kendi meselesi olarak algılamaktan öte, ulusun bugünü ve gelecekteki ihtiyacı olarak görmektir.
Bunun için, özür dilemek; ağızdan çıkmış bir sözü geri almak gibi algılanabilecek zayıflık değil, bir erdem olduğunu, olgunlukla gösterebilmektir.
Daha fazla geç olmadan.
...
(3. bölümde devam edeceğiz...)
 
 
Mehmet CANBOLAT Yorumladı.
Toplum24 / ALMANYA (YazıYorum: 19 Aralık 2023)

Paylaş

0 Yorum

Yorum Yaz

Yorum yapmak için giriş yapınız.