TÜRKLER DEFOLUN / TÜRKEN RAUS!…“ - Toplum24
KÖŞE YAZILARI

TÜRKLER DEFOLUN / TÜRKEN RAUS!…“

Toplum24 / ALMANYA (YazıYorum: 10 Ağustos 2023)

Mehmet CANBOLAT Yorumluyor:

TÜRKLER DEFOLUN / TÜRKEN RAUS!…“

Türkler’in Almanya’ya göç süreci, bilindiği gibi, 1961 yılında başladı ama, bu süreç, köklü bir yerleşik düzenle yeni bir boyut kazanmasına rağmen, bence bir şekilde hala sürüyor.

İkinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında, bu ülkeye farklı amaçlarla Türkiye’den gelmiş olan insanlarımızı saymaz isek, emeğini satarak, ekmek parası kazanmak hedefiyle Almanya’nın yoluna düşen vatandaşlarımızın ezici bir çoğunluğu, gördüğümüz gibi bu ülkede kaldı, yerleşik düzenini kurdu, iki kuşak çocuklar  bu ülkede doğup büyüdü, bu ülkenin eğitiminden geçip, bu toplumun köklü değerlerinin büyük bölümüyle kendi kimliğini olgunlaştırdı. Çocuklar, toplumsal uyumu, yani sosyalizasyonunu burada tamamladı veya haber bu yolda gidiyor.

Anne babalardan, dedelerden, ninelerden  kalan özgün Türk kültürü birikimi ve yaşama bakış değerleri, burada doğup büyüyen çocuklarda artık ikinci planda kalmışa benziyor ve yaşanılan ülkenin, yani Alman kültürü ve yaşam değerleri zamanla baskın çıktı.

Onlar, isimleriyle Türk kalsalar bile, gerçek anlamda birer Alman oldular. Öyle veya böyle, kendilerini Alman hissettiler. Çünkü biyolojik olarak Türk anne babadan dünyaya gelseler bile, bugünkü kimliklerini doğal olarak, hakim kültür Alman yaşam biçiminden almadan ötürü, ister istemez bu yeni karma kimlik ağır bastı.

Ataların Türk kültürel değerleri ise, egzotik bir değer, folklorik bir zenginlik, bir farklı birikim olarak, yüreklerin bir yerinde beslendi.

Demem o ki; bugün tam 62 yıl geçmiş aradan. Türk toplumu, artık 4.kuşağı yaşıyor Almanya’da. Bu ülkenin değerlerine saygılı olmayı çok büyük ölçüde içselleştirdi. Bu ülkenin birer eşit yurttaşı bilinciyle günlük yaşamını buraya odakladı. Genellikle toplumun içinde olmayı yeğledi. Farklı kültürel ve inanç olgularına saygılı olmayı zamanla kazandı.

Kimi zaman ise, her toplumda olabileceği gibi, istisnai „ayrık ot“ lar, kuşkusuz Türkler arasında türeyip, Alman toplumunu rahatsız edecek örnekler de yaşandı. Ama onlar hep istisna olarak kaldı ve toplum, 62 yılda evrilerek, bu ülkenin sokakları süpürmek, inşaatlarda amelelik yapmaktan tutun da, bugün Federal Hükümet’te bakanlık görevine kadar yükselebildi.

Girişimci oldular, örgütlendiler. Sanatçı, hukukçu, bilim insanı oldular ve bu ülkeden kazandıkları bilgi ve hayat deneyimi ile, yine bu ülkenin bugünü ve geleceği için önemli projelere, yadsınamayacak boyutta artı değerlere imza attılar.

Devlete, topluma yön verenler: „Kim olduğun değil, bu toplum için ne ürettiğin, nasıl ürettiğin önemlidir bizim için“ şeklinde mesajlar ile, Almanya’nın klasik anlamda dünyaya bakışında çok önemli bir dönüşümün izini işaret ettiler.

Yani bu ülke, paylaşımcı, herkese açık bir toplum olduğunu tekrarladı durdu. Göç sürecinde doğup büyüyen ve bugün Almanya’da farklı alanlarda yakaladığı başarıyı ön plana çıkarttı.

Yeni nesillere örnek oluştursun diye.

İyi de yaptılar.

Ama diyorum;

ama bunca çabaya, kaynaşmaya, üretmeye, artı değer sunmaya rağmen, Türkler’i hala çıbanbaşı olarak görenler, yok değil.

Mölln, Solingen, Hanau katliamları, ırkçı-yabancı düşmanı NSU ölüm timi gibi olaylar unutulmuş değil hala.

Unutulacak gibi hiç değil.

Irkçı gruplar da, demokrasinin imkanlarından yararlanıp, cephelerini iyice genişletmeyi başarmış durumda. Eskiden „sokak serserisi“ olarak geçiştirilen „it ürür, kervan yürür“ deyişi gibi hep küçümsenen ve masum boyutlu algılanan bu sakıncalı oluşumun bugün geldiği nokta ise, hiç de öyle küçümsenecek gibi değil.

Çünkü ırkçılar, hemen her yer de. Hem de eskisi gibi, kimliklerini gizlemeden, „safkan Alman“ hayallerini topluma yansıtıyor. Taraftarları hızla artıyor. Özellikle büyük kentlerde göçmen nüfus yoğunluğu ve yaşamın her alanında bu gerçeğe rastlanması, „çok kültürlülük-çok renklilik“ olarak olumlu bir fotoğraf olarak algılansa bile, aynı fotoğrafı Almanlar açısından „büyük bir tehlike“ olarak gören/gösterenler de yok değil.

Onlar sokaktalar. Onlar toplumun içindeler. Onlar yerel, bölgesel, eyalet ve federal düzeyde doğrudan siyasetin içindeler. Hem de etkin, sürükleyici, belirleyici misyonları ile.

Hatta, baştan karşı oldukları Avrupa Parlamentosu’nda bile var onlar. „Avrupalılık“ üst kimliğini bile reddedip, „Avrupalı farklı Hıristiyan ulusların birliği“ olarak görüyorlar AB’nin geleceğini.

Onlar, sadece göçmenlerin köken kültürüne, dışgörünüşüne değil, inançlarına da karşılar.

Örneğin, Almanya’nın dört bir köşesinde ibadet imkanı veren camii derneklerinden nefret ediyorlar. Bu yönde yaptıkları propagandalar ile, önemli taraftar toplamayı başarmışlar.

Hatta bu tepkilerini, ya cami karşıtı sokak yürüyüşleri yaparak, ya camileri kundaklayarak, ya duvarlarını boyayarak, ya kapılarına, posta kutularına hayvan ölüleri bırakarak göstermeyi deniyorlar.

Ve bir de son zamanlarda hızla artan tehdit mektupları.

300 bin civarında Türkiye kökenli insanımızın yaşadığı ve Bursa ile 11 yıldır „Bölgesel Kardeşlik İşbirliği „projesine  imza atan Hessen eyaleti, bir grup Alman ırkçıların eylemi olarak son haftalarda, „Türkler’den nefreti“ ifade eden bu tehdit mektuplarının odağı da olmuşa benziyor.

Bu eyalette DİTİB adıyla hizmet veren ve Diyanet Türk İslam Birliği’ne bağlı çalışmalar yapan 90 civarında Türk camii var. Bu ibadet merkezlerinin eyalet birliğinin başında ise, bu ülkede yani Frankfurt yakınlarındaki Neu-Isenburg kasabasında doğup büyümüş, bugün 57 yaşındaki Salih Özkan isimli, Almanca’yı Türkçe’den çok daha iyi konuşan, (hatta iddia ediyorum) bir Alman’dan çok daha iyi Almanca konuşan, eğitimli bir Türk vatandaşı var.

Batılı topluma özgü değerlerle, Alman okullarında büyüyen, onları girdiği her ortamda doğal olarak yansıtan, diyalogda etkin Salih Özkan şu günlerde oldukça düşünceli.

„Babam Almanya’da işçiydi. Ben bu kasabada dünyaya geldim. Alman çevresi içindeydim. Hep güzel bir arkadaşlık ortamında büyüdüm. Çocukluktan gençliğe ilerlediğim, ilk delikanlılık yıllarından birinde bir gün, duvarda bir yazı görmüştüm. „Türken raus“ yazmıştı gece birileri. Bu sözün ne anlama geldiğini görünce, şaşırdım. Zoruma gitti. „Türkler defolun“ yazıyordu. Bu hakaret bana yapılmış gibi bir hisse kapıldım. Hemen bir boya bulup, o yazıyı silmiştim. Bunu hiç unutamıyorum. Ne zaman bir yerde, bir gazetede böyle bir benzeri sloganı yazılı görsem, bir yerde duysam, o çocukluk günlerim gelir aklıma…“

diyor Salih Özkan sohbetimizde.

Bunu gündeme getirmesinin sebebi var. Çünkü, son haftalarda özellikle Hessen eyaletinde başkanlığını yaptığı Türk DİTİB camilerine yönelik saldırı ve tehditler, oldukça düşündürücü ve ürkütücü iz bırakıyor.

Frankfurt Merkez Camii de bu hedefte olan ibadet merkezlerinden birisi.

Gelen tehdit mektuplarını okuyunca, bugüne kadar  adeta vatan bildiği Almanya’da, neler yaşandığını derinlemesine düşünmeye başladığını özellikle vurguluyor.

Bunu Alman medyasına da yansıtmış. Alman güvenlik birimleriyle paylaştığı gibi.

Tehdit mektubu deyip geçmemek gerekir.

Çünkü o sayfalar dolusu, tehditlerin içeriği öyle yenir-yutulur türden şeyler değil.

İster istemez yarım asırdır yaşanan ırkçı katliam acılarının arkasında da bu son tehdit mektuplarındaki rasist bir öfkenin ağır gölgesi var. Daha doğrusu rasizm var.

Böylesi durumlarda yapılacak tek şey, „bana ne“ dememek gerek diye düşünüyorum. Yani, bu camiilere yönelik gösterilen ırkçı nefrete karşı, başta Alman toplumunun kanaat önderleri ve güvenlik birimleri kadar, hedefe oturtulan DİTİB teşkilatı ile birlikte derhal hareket etmek, cesaretle tavır koymak, duyarlılık sergilemek zorunludur.

Zorunluluktan da öte, bir yurttaşlık görevidir.

Çünkü Almanya bu ırkçılara teslim olmamalıdır. Hangi kökenden olursa olsun, herkes ırkçılığa ve rasizme karşı tek yürek olabilmelidir.

Bu tek yürek olma ihtiyacı, bugün DİTİB ile dayanışma şeklinde kendini gösteriyor.

Yani ırkçılığa karşı omuz omuza durmak.

Bugün camilere gelen tehdit mektuplarını, yarın kendi posta kutumuzda görebileceğimizi de unutmamak gerekiyor..

Başımıza böyle bir şey geldiğinde, arkamızı döndüğümüzde bizimle birlikte olacak, bizimle dayanışma sergileyecek kitleleri görmek istiyorsak, görev bugün için bizdedir.

Dayanışmak, birlikte tavır koymak, güçbirliğini sağlamak, görüş ayrılıklarına rağmen ırkçılık ve yabancı düşmanlığına karşı tek yumruk, tek ses olabilmekten başka çaremiz yoktur.

„Bana dokunmayan yılan bin yaşasın“

değil; o zehirli yılanın sokacağı insanlar arasında, günü geldiğinde, kendinizin de olduğunu unutmamanız, unutmamamız gerekir.

Sözün özü:

Gün dayanışma ve ırkçılara karşı kesir tavır koyma günüdür.

Çocuklarımızın, yeni nesillerimizin huzurlu, ırkçılıktan arınmış barış içinde birlikte bir toplumda, yaşamalarını hayal ediyor ve istiyorsak…

Mehmet CANBOLAT Yorumladı.

Toplum24 / ALMANYA (YazıYorum: 10 Ağustos 2023)

Paylaş

0 Yorum

Yorum Yaz

Yorum yapmak için giriş yapınız.